Ne kadar festivale yakışmayan bir hava vardı bugün. Yılın bu zamanı İstanbul'a baharın da geldiği zamandır ama festivalin ilk günü yağmurlu ve soğuktu. İronik bir biçimde bugün izlediğim "Paraguay Hamağı"nda da deli gibi yağmur bekleniyordu. Paraguay'da yaklaşık 30 yıldır çekilen ilk film olan "Hamaca Paraguaya" kitapçıkta pek de cazip bir şekilde anlatılmasa da Cannes'da aldığı FIPRESCI ödülü ve duyduğum iyi şeyler yüzünden gitmeye zar zor karar verdiğim bir filmdi. Açıkçası beklediğimden çok farklı bir filmle karşılaştım. Evet hiç hareket etmeyen kameralar ve iki elin parmaklarını biraz geçen sayıda planlarıyla minimalize sinemanın dibine vuran bir film bu. Filmden beklemediğim şeyse aşırı dozdaki teatrallikti. 1935'te Paraguay'da yaşlı bir çiftin bir günü üzerinden ülkenin o anki manzarasını çizen ve aynı zamanda da iki karakterimizin bir olmuş dertleri tasalarını bize aktaran enfes bir film bu. Filmde diyaloglar yoğun bir şekilde ilerliyor ancak bunların hepsi voiceover ve şaşırtıcı biçimde daha da bir etkili oluyor. Bu şekilde oyuncuların da mümkün olduğunca rahat hareket etmesini sağlayan filmde o yaşın getirdiği komiklik ve hüzün çok iyi kullanılmış. Ancak elbette savaştan dönmesi bekleyen bir oğul söz konusu olduğu için hüzün katmerleniyor ve mizah neredeyse görülmez hale geliyor. Film ilerledikçe birşeyler içinize oturuyor. Açıkçası bu film benim son zamanlarda gördüğüm en kederli filmlerden birisiydi. Ve bunu da neredeyse hiç çaktırmadan tabiri caizse sağ gösterip sol vurarak yapıyor.
Sonuçta bu çiftle neredeyse bütünleşiyorsunuz. Filmin yüzde doksanında onlara çok uzaktan bakıyorsunuz ama yine de bir oluyorsunuz. Zaman tıpkı 35'in Paraguay'ındaki gibi duruyor ve bulutlar hiç hareket etmiyor, kuşlar hiç gözükmüyor.
Çok güçlü bir anlatıma sahip olan bu filmle festivale güzel bir açılış yapmış oldum.
Yarın Alain Resnais'nin "Kalpler"i var sırada...
4/5
No comments:
Post a Comment