Thursday, March 08, 2007

Superman ölürse...

Christopher Reeve'in başına gelen o inanılmaz kaza sonrasında herhalde en çok bizim neslimiz şok olmuştu. Ölümünde de büyük bir hüzün duyduk. Kolay değildi. Sonuçta küçükken o belki de hepimizin idolü konumundaydı. Ve Superman'in sakat kalması ya da ölmesi gibi birşey söz konusu olamazdı. Tabii ki o nesil büyüdüğü için ciddi travmalar yaratmadı bu durum. Ancak 1950'lerde TV'de 7 sezon boyunca Superman'i canlandırmış olan George Reeves'in intihar ederek öldüğü ortaya çıktığı zaman, dizinin hayranı olan küçükler büyük bir şokla karşılaşmışlar. "Hollywoodland", görünüşe göre bir başka Hollywood gizemi haline gelen bu ölümün arkasında gerçekleri arayan bir dedektifin yaşadıklarını anlatıyor.
Film bir noir denemesi olarak sunulmasına ve türle ciddi akrabalıklara sahip olmasına rağmen saf bir noir değil. Herşeyden önce Adrien Brody'nin canlandırdığı dedektif karakteri tam bir noir dedektifi değil. Çünkü daha hayatın sillesini tam olarak yememiş. Aynı şekilde film boyunca karşımıza çıkan pek çok femme fatale ve kötü adam adayı da türün klasiklerinin dışına çıkıyorlar. Flashback kullanımı ile durum iyice coşuyor. Film aslında noir kalıplarını az biraz kullanırken Hollywood'daki stüdyo sisteminin eleştirisine ve hüzünlü bir biyografiye dönüşüyor. Son derece seyirciye uygun ve rahat izlenir bir film yapmış Alan Coulter. Çok fazla ayrıntılarda boğulmuyor ve hangi karakteri ile ilgili neyi ortaya çıkarmak istiyorsa onu çıkarıyor. Coulter; Sex and the City, The Sopranos ve Six Feet Under gibi dizilerde çok başarılı bölümlere imza atmış ve bu da ilk filmi.
Yalnız yine de flashbackler ve soruşturma anı arasında fazla bir kopukluk olması zaman zaman seyirciyi sıkabilecek bir duruma sahip. Şöyle ki filmin belli kısımlarında Reeves'in öyküsü ile soruşturmadan daha çok ilgilenir hale geliyorsunuz. Buralarda noir kullanımını biraz daha abartsalardı bence seyircinin soruşturma konusuna da aynı ilgiyi göstermesini sağlayabilirlerdi.
Adrien Brody işte bu silik öyküden biraz zarar görüyor gibi. Gayet iyi ama öyle aman aman etkileyemiyor. Diğer yandan Bob Hoskins ve özellikle Diane Lane'i izlemesi çok daha fazla keyif veriyor. Ama filmin en iyisi Ben Affleck. Kariyerinin en iyi performansını veriyor. Bu senenin de en iyilerinden şüphesiz. Oscar'a aday gösterilmemiş olması büyük haksızlık. 50'lerde bir aktör olma işini kendisine iyice yedirebilmiş. Hem gerçek hayattaki halleri hem de kamera önündeki mimikleri dönemi çok iyi canlandırıyor. Ve her an gözlerinde o hüznü çok iyi yerleştiriyor. Ayrıca soruşturmadan çok biyografiye ilgi göstermemizin en büyük nedeni de inandırıcılığı zaten.
Hollywoodland, ilgilendiği konular üstüne daha etkileyici bir atmosfer yaratabilir. Ya da öykü revizyona gidebilirdi. Ama bu haliyle bile gayet keyifle izleniyor.

3/5

No comments: