Monday, December 31, 2007

iyi seneler...

yeni yılınız kutlu olsun... bu yılın son yarısında blog'a çok vakit ayıramadım ama bu sene yeni bir formatta birşeyler yapacağız gibi duruyor. Geçen sene yaptığım yıl sonu değerlendirmelerim de bu sene gecikti. Bu hafta içinde onları da yayınlayacağım inşallah.. 

Neyse herkese bol kazançlı, sağlıklı, mutlu bir yıl diliyorum. Benim için güzel bir yıldı. Yine güzel olsun ama daha çok blog olsun. :) 

mutlu yıllar.. 

Monday, December 24, 2007

Bi'kurşun da kafama sıkın...

Bi'kaç yıl önce Emek Sineması'nda "Gönül Yarası"nı izlerken birlikte gittiğim arkadaşlarla beraber yaşadığımız o iç sıkıntısını, o absürdlük duygusunu alt etmeye çalışmamızı unutamıyorum. Kaderin cilvesi... Kabadayı'yı da aynı salonda izledim. Hem de çevremde bazı insanların 'felaket' yorumlarına aldırmadan. Çünkü gördüğüm kadarıyla beğenmeyenlerin eleştirisi 'Eşkıya'yla aynı mantıkta 'nerde kaldı o eski zamanlar?' teması üzerinde kalıyordu.
Şunun şurasında Eşkıya yapılalı neredeyse bi 15 sene geçmiş. O dönemde en azından teknik anlamda Türk sineması gelişmiş durumda falan filan.. ve Eşkıya'yı abartı bir biçimde seven hayranları bile o filmin tonlarca falsosu olduğunu kabul eder...
Neyse ben bütün bunları, hatta son yaşadığı 'Gönül Yarası' hezimetini de (ki kötü demem o filme vasattı sadece) arkada bırakarak yeni Yavuz Turgul marifetine gittim. Üstelik Turgul'un yönetmenliğinin bariz törpülenmeye ihityacı olduğu bir dönemde Ömer Vargı gibi son derece beğendiğim bir yönetmene emanetti film..

Sonuç gayet de bir fiyaskoydu. O 2,5 saat uzunluğundaki şeyin bi kere yarısını çıkarsanız kesinlikle bir anlam kaybetmez. 'Nerde kaldı o eski kabadayılar?' muhabbeti tamam.. Doğrudur Yavuz Turgul'un artık söyleyecek yeni bir lafı kalmadığını anladık... yani ya emeklilik ya da kendini resetleme vakti gelmiş de geçiyor. Bunlarla değil benim derdim.
Benim derdim, bu kadar iddialı bir film yaparken bu kadar ucuza kaçmalarıyla... Gerçek mekan yerine reklam stüdyolarından birinde çekildiği her halinden belli olan )bakınız bar sahneleri) sahneleriyle, tüm yan oyuncular ve figürasyonların oyunlarındaki o temsil havasıyla, planların doğru düzgün derdini anlatmasına izin vermeyen - üstelik kendi içinde bir dinamiği bile olmayan - kurgusuyla, TV'de bile daha iyilerini görebileceğimiz kadraj ve ışık mantığıyla, artık günümüz sinemasına küflenmeye yüz tutmuş diyaloglarıyla ve anlamsız - gereksiz tonlarca yan öyküsüyle... benim derdim bunlarla.
Yani bu filmin o kadar çok sorunu var ki... Yavuz Turgul'un tıkanması en önemsiz şey. Önümüzde doğru düzgün akmayan ve seyirciyi sıkıntıya gark eden (eminim siz de filmle alay eden tonlarca seyirciyle aynı anda izlemişsinizdir) bir öykü var. Hiç inandırıcı olmayan ve daha da kötüsü seyircinin önemsemeyeceği karakterler var. Bu film bir 20 yıl önce yapılmış olsa anlarım ama günümüz için artık gerçekten absürd prodüksiyon değerlerine sahip bir film.

İşin en sinirlendiren yönü ise filmin herşeyiyle abartılması. Filme bayılanları anlamıyorum. Bence bu filmi beğenmek için insanın 20 yıldır falan hiç film seyretmiyor olması lazım. (Ya da insanlarımız TV dizileri yüzünden artık bu konuda 20 yıl geriye gitmiş durumdalar) Film kendini sanki çok görkemliymiş gibi satıyor. Ama biraz prodüksiyondan anlayan hadi ondan da geçtim dikkatli bir gözü olan birisi bunun kuru göz boyama olduğunu anlar. Ve ayrıca herkeste Yavuz Turgul ve şürekası konusunda anlayamadığım büyük bir 'dokunmama' söz konusu. Yani böyle bir öykü dinamiği yaratan bir senaryonun nasıl 'tıkır tıkır' işlediği savunulabilir anlayamıyorum.

Oyunculara ayrıca gelmek lazım. Sevgili eskilerimizi zaten geçiyorum hiç bir laf etmeden. Sadece Atiye karakterini oynayan oyuncuyu sevedim onu ayrı tutayım. İsmail Hacıoğlu o kadar olmamış ki.. üstelik sürekli aynı surat zaten inandırıcı olmadığı bir rolde daha da zedeliyor performansını. Şener Şen... evet saygım büyük ve bu senaryo dangalaklığında bile beni etkilediği yerler oldu. Keşke birileri şu adamın karşısına daha iyi işler çıkarsa da adam akıllı izleyebilsek.
Gelelim Kenan İmirzalıoğlu'ya... filmin ilk başları karakter ve diyaloglarından kaynaklanan acaip bir klişelik söz konusuydu. Ve filmin sonuna doğru baya toparladı bence. (Ayrıca diğerlerinin aksine ben filmin sonlarının filmdeki tek düzgün ve tutarlı işleyen yer olduğunu düşünüyorum... en azından bir hareket bir yenilik vardı.) Gerçekten de son sahnelerde herkesi ezip geçiyordu. Ama İmirzalıoğlu cephesinde (TV'de gördüm Hülya Koçyiğit kendisi için 'sinemamız bir oyuncu kazandı' gibi dangalakça bir laf ediyordu) beni en çok sinirlendiren şey, daha önceki işlerinin çöpe atılması oldu. Bu adamı burada fark edenler bir zahmet Yazı Tura'yı izlesinler öyle konuşsunlar... Kenan İmirzalıoğlu ne denli çok yönlü bir oyuncu olduğunu kanıtlayalı çok oldu. Geçtiğimiz sene "Son Osmanlı"yı tek başına yürüten de oydu. Yani onun bu filmden yararlanmasına gerek yok. Aksine o bu filmi katlanabilir seviyesine çeken tek kişi.
Bir de Rasim Öztekin'e değineyim. Oyuncuya saygım sonsuz... ama çok beğenilmesini de anlayamıyorum... böyle komik eşcinsel karakterler de benim hatırladığım kadarıyla 80'lerde kaldı. Yani seyirci ilgisini çekmek için süper ucuz bir karakterdi.

Sonuç budur.. 2.5 saat boyunca arkadaşla resmen eziyet yaşadık. Üstelik işin kötüsü salonun geri kalanı gibi gülüp alay da edemedik... öyle ciddi ciddi oturup izlemeye kalktık. Çıkışta da şunu düşünüyorduk... "Acaba Fahriye Abla, Muhsin Bey falan da böylelerdi de, biz zamanında mı farketmedik?" bilemiyorum ama yakın zamanda o filmlere tekrar bir bakacam.
Yavuz Turgul bence emekli olmalı. Basındaki tüm bu yalakalıkları bitmeli, Ömer Vargı da mümkünse kimyasının tutmayacağı senaryolara bulaşmamalı. Turgul bu filmi çekseydi o imzası niteliğindeki 'hafif masalsı' tavrı bir şekilde filme yedirir ve Kabadayı'yı daha çekili bir hale getirebilirdi.

Sunday, December 23, 2007

Luhrmann'ın yeni numarası...

Baz Luhrmann, Kırmızı Perde üçlemesinin ardından geri dönüyor. Bu sefer epik bir üçleme yapacak ve ilki Nicole Kidman & Hugh Jackman'lı Australia... işte filmden yayınlanan yeni resimler.
Resimleri daha büyük görmek için üstlerine tıklayabilirsiniz.

Thursday, December 20, 2007

Bu kıza dikkat!!

Geçen sene yılın en iyi performanslarını listelerken Amy Adams'dan bahsetmiştim. Junebug'la ilk Oscar adaylığını almıştı. Bu sene de ikinci adaylığı gelecek gibi gözüküyor. "Manhattan'da Sihir" (Enchanted) çok eğlenceli bir Disney parodisi. Şirket kendisi pazarladığı bu filmde kendi animasyonlarının parodisini yapıyor. Klasik bir Disney prensesi (adayı) kötü kalpli kraliçe tarafından 'hiç bir öykünün mutlu sonla bitmediği' dünyamıza gönderince filmin başındaki animasyon karakterimiz Giselle gerçeğe dönüşüyor ve Manhattan'ı birbirine katıyor. McDreamy Patrick Dempsey bu macerada ona eşlik eden dünyalı. Masal dünyasından onu kurtarmak için gelen beyaz atlı prens ise 'Hairspray' sonrasında beni bir kere daha şaşırtan James Marsden. Unutmadan kötü kalpli kraliçemiz de Susan Sarandon. 
Acaip güzel bir kadro. Aslen çocuk filmi mantığında ilerleyen bir romantik komedi. Yani yılın bu zamanı için son derece ideal şeker gibi bir film. Ama Amy Adams'dan özel olarak bahsetmek gerek. Adams filmin en büyük hayat kaynağı. Filmin senaryosundaki eğlenceli espriler ve parodiler onun masal diyarına yakışan oyunuyla tadından yenmez bir hale geliyor. Tabii ki film sadece eğlencelik, yani bir Yurttaş Kane falan değil. Ama sakın çocuk filmi falan diye küçümsemeyin çok şey kaçırırsınız. Özellikle Adams'ın yüksek ihtimalle Oscar adaylığı alacağı performans tek başına bile izlenmeyi hakediyor. 

Tuesday, December 18, 2007

Bıçak Sırtı rulezzzz!

Diziyi ilk başta 'Selim Demirdelen dizi çekiyormuş' şeklinde duymuştum. O zaman kimdir bilmiyordum ama anladım ki reklam camiasında pek iyi anılan yönetmenlerden birisi. Evet ilk bakışta dizinin cazibesi sırf oyuncularmış gibi gözüküyor (ki kabul etmek lazım her biri harika oynuyor) ama Demirdelen'in olayının katkısı görmezden gelinemez. Adam Türkiye TV'sinde görmeye alışmadığımız kadrajları ve tercihleriyle diziye damgasını vuruyor. Burada Türk dizileri ile ilgili birşey yazmıyorum farkındasınızdır. Çünkü izlemiyorum. Bunun burnu büyüklükle ilgisi yok. Son dönemdeki kalite düşüklüğünü unutursak aslında bu dizilerin en büyük sorunu benim çoğuna göz atamamamın da nedenini oluşturuyor. Çok uzunlar ve inanılmaz derecede birşey olmuyor. 
Evet haliyle Bıçak Sırtı da uzun. Ama ana temasını hiç değiştirmeden tüm olay örgülerinde enfes icatlar çıkarıyorlar. Keşke tüm dizilerimi böyle dinamik olsa. Böyle iyi oynansa ve böyle özenli çekilse. Başka kaç dizide buradaki kadrajlardaki titizliği, post prodüksiyondaki zevkliliği görmek mümkün ki... 
Dizinin en iyi yanı da diğerlerinin yanında modern kaçmasına rağmen özünde o arabesk melodram duygusunu koruması. İşte budur yani.. 14. bölüm yayınlandı bugün ve yine çok iyiydi. 40 bölümde bitecek diye duymuştum umarım ikinci yarıda çuvallamazlar. 

Friday, December 07, 2007

Ready for more SEX?

İşte guilty pleasure bu olsa gerek. "Sex and the City"nin teaserı yayınlandı... Olay bitmiştir. Bence bu hatunlar sinemadan sonra televizyona direk geri dönebilirler yani. Özlemişim. :)

Thursday, December 06, 2007

Nedir bu Lynette'in çektiği?

Tamam kadın çok iyi oynuyor ama bir karakterin başına bu kadar çok şey de gelmez ki kardeşim.. :) "Desperate Housewives"ın bu seneki Kasım güzelliği (adamlarda November sweeps diye bir olgu var, tüm diziler en büyük bombalarını bu zamanlarda çıkarıyor) Wisteria Lane'e uğrayan bir hortumdu. O sevimli mahalle darmaduman oldu, hasar henüz tam olarak belli değil ama "Something's Coming" adlı bölümde bir 2 kişi hayatını kaybetti bile.. devamında daha cesetler çıkacak mı bilmiyoruz. Çünkü bir süre "Desperate Housewives" yok.
Evet grev nedeniyle dizilerin çoğu 'sonbahar finalleri'ni yapmaya başladı. Eğer yanılmıyorsam bu bölüm de öyle birşeydi. Hatta grev makul bir zamanda bitmezse bu bölüm 4. sezon finali de olabilir.
4. sezon artık bence dizinin iyice rayına oturduğu bir sezondu. 2. senedeki bocalamalar, mizahın daha ortaya çıkmasıyla birlikte bence 3. senede yok olmuştu ve dizi (belki hiçbir zaman ilk sezonki haline dönmeyecek ama) en azından oturaklı bir yola girmişti. Yine de sadece 9 bölümle bir sezon analizi yapmak zor çünkü herşey yarıda kaldı.
Ama genel olarak karakterlerimizin başına gelenler oldukça iyi tasarlanmıştı ve her biri oyuncular tarafından da iyi değerlendirildi. Dana Delaney'nin oynadığı Katherine karakteri şu anda gizeme bağlı ilerliyor olsa da aslında bu dizide devamlılığı olabilecek bir karakter umarım onu taşımazlar. Mahalleye taşınan gay çift de oldukça başarılı bir seçimdi bence. Özellikle ilk 3 bölümlerinde senaristler onların da etinden sütünden faydalandılar ama son bir iki bölüm yoklardı. Yine de işe iyi bir eğlence getirebilirler daha iyi işlenirlerse.
Güzel bir sezon yarısıydı. İnşallah grev biter de bikaç bölüm daha görebiliriz bu seneye dair.

Aldım Pusulamı Elime...

"The Golden Compass" hakkında Amerika'da ilk aşamada pek de iyi eleştiriler çıkmadı. Açıkçası ben filmi beğendim ama sevmemin en büyük nedenlerinden birisi filmin süsleri püslerinden çok metni olduğunu belirtmem gerek. Bir yandan son derece klasik ve gelenekçi bir yapıda, diğer yandan yarattığı karakterler, çizdiği mekanlar ve öykünün içindeki dönüş noktaları açısından da yenilikçi. Yani fantastik bir ürün olması için ille de tarih öncesinde geçiyormuş gibi gözükmesine gerek yokmuş bunu görüyoruz.
Film bir anlamda son dönem fantastik filmler içinde sanayi devrimi ürünü gibi. Yarattığı dünya son derece ilgi çekici. Diğer yandan karakterler de kendilerini sevdirmeyi başarıyorlar.
Yan rollerden en ağırlıklı olan Nicole Kidman... Sanırım uzun zamandır ilk defa kendisini beğendiğim bir filmde gördüm... galiba Dogville'den beri. (Fur'ü seyretmediğimi belirteyim burada) Bunun dışında Daniel Craig, Eva Green konusunda çok umutlanmayın ama belli ki 2. ve 3. filmde daha fazla gözükecekler.
Evet bu serinin 3 kitaptan oluştuğunu biliyordum ama filmlerin bu derece bağlantılı olacağını tahmin etmiyordum. Baya baya pembe dizi... "eee peki sonra?" şeklinde bitiyor film... Yine de bu filmdeki ana öykünün tamamlandığını ve yarım kalmadığını belirteyim. Sadece sonlara doğru yeni entrikalar çıkarıyor.
Dediğim gibi filmi ben baya beğendim. Hatta direk kitaplarına geçmeyi ve bir an önce okumayı planlıyorum. Tabii herkese gönül rahatlığıyla tavsiye edemem. Zira Amerika'da gördük beğenmeyenler de baya var... ama bu türden hoşlananlar illa ki sıkılmaz...

(Bundan sonra daha sık buralarda olacam... :) )