Bi'kaç yıl önce Emek Sineması'nda "Gönül Yarası"nı izlerken birlikte gittiğim arkadaşlarla beraber yaşadığımız o iç sıkıntısını, o absürdlük duygusunu alt etmeye çalışmamızı unutamıyorum. Kaderin cilvesi... Kabadayı'yı da aynı salonda izledim. Hem de çevremde bazı insanların 'felaket' yorumlarına aldırmadan. Çünkü gördüğüm kadarıyla beğenmeyenlerin eleştirisi 'Eşkıya'yla aynı mantıkta 'nerde kaldı o eski zamanlar?' teması üzerinde kalıyordu.
Şunun şurasında Eşkıya yapılalı neredeyse bi 15 sene geçmiş. O dönemde en azından teknik anlamda Türk sineması gelişmiş durumda falan filan.. ve Eşkıya'yı abartı bir biçimde seven hayranları bile o filmin tonlarca falsosu olduğunu kabul eder...
Neyse ben bütün bunları, hatta son yaşadığı 'Gönül Yarası' hezimetini de (ki kötü demem o filme vasattı sadece) arkada bırakarak yeni Yavuz Turgul marifetine gittim. Üstelik Turgul'un yönetmenliğinin bariz törpülenmeye ihityacı olduğu bir dönemde Ömer Vargı gibi son derece beğendiğim bir yönetmene emanetti film..
Sonuç gayet de bir fiyaskoydu. O 2,5 saat uzunluğundaki şeyin bi kere yarısını çıkarsanız kesinlikle bir anlam kaybetmez. 'Nerde kaldı o eski kabadayılar?' muhabbeti tamam.. Doğrudur Yavuz Turgul'un artık söyleyecek yeni bir lafı kalmadığını anladık... yani ya emeklilik ya da kendini resetleme vakti gelmiş de geçiyor. Bunlarla değil benim derdim.
Benim derdim, bu kadar iddialı bir film yaparken bu kadar ucuza kaçmalarıyla... Gerçek mekan yerine reklam stüdyolarından birinde çekildiği her halinden belli olan )bakınız bar sahneleri) sahneleriyle, tüm yan oyuncular ve figürasyonların oyunlarındaki o temsil havasıyla, planların doğru düzgün derdini anlatmasına izin vermeyen - üstelik kendi içinde bir dinamiği bile olmayan - kurgusuyla, TV'de bile daha iyilerini görebileceğimiz kadraj ve ışık mantığıyla, artık günümüz sinemasına küflenmeye yüz tutmuş diyaloglarıyla ve anlamsız - gereksiz tonlarca yan öyküsüyle... benim derdim bunlarla.
Yani bu filmin o kadar çok sorunu var ki... Yavuz Turgul'un tıkanması en önemsiz şey. Önümüzde doğru düzgün akmayan ve seyirciyi sıkıntıya gark eden (eminim siz de filmle alay eden tonlarca seyirciyle aynı anda izlemişsinizdir) bir öykü var. Hiç inandırıcı olmayan ve daha da kötüsü seyircinin önemsemeyeceği karakterler var. Bu film bir 20 yıl önce yapılmış olsa anlarım ama günümüz için artık gerçekten absürd prodüksiyon değerlerine sahip bir film.
İşin en sinirlendiren yönü ise filmin herşeyiyle abartılması. Filme bayılanları anlamıyorum. Bence bu filmi beğenmek için insanın 20 yıldır falan hiç film seyretmiyor olması lazım. (Ya da insanlarımız TV dizileri yüzünden artık bu konuda 20 yıl geriye gitmiş durumdalar) Film kendini sanki çok görkemliymiş gibi satıyor. Ama biraz prodüksiyondan anlayan hadi ondan da geçtim dikkatli bir gözü olan birisi bunun kuru göz boyama olduğunu anlar. Ve ayrıca herkeste Yavuz Turgul ve şürekası konusunda anlayamadığım büyük bir 'dokunmama' söz konusu. Yani böyle bir öykü dinamiği yaratan bir senaryonun nasıl 'tıkır tıkır' işlediği savunulabilir anlayamıyorum.
Oyunculara ayrıca gelmek lazım. Sevgili eskilerimizi zaten geçiyorum hiç bir laf etmeden. Sadece Atiye karakterini oynayan oyuncuyu sevedim onu ayrı tutayım. İsmail Hacıoğlu o kadar olmamış ki.. üstelik sürekli aynı surat zaten inandırıcı olmadığı bir rolde daha da zedeliyor performansını. Şener Şen... evet saygım büyük ve bu senaryo dangalaklığında bile beni etkilediği yerler oldu. Keşke birileri şu adamın karşısına daha iyi işler çıkarsa da adam akıllı izleyebilsek.
Gelelim Kenan İmirzalıoğlu'ya... filmin ilk başları karakter ve diyaloglarından kaynaklanan acaip bir klişelik söz konusuydu. Ve filmin sonuna doğru baya toparladı bence. (Ayrıca diğerlerinin aksine ben filmin sonlarının filmdeki tek düzgün ve tutarlı işleyen yer olduğunu düşünüyorum... en azından bir hareket bir yenilik vardı.) Gerçekten de son sahnelerde herkesi ezip geçiyordu. Ama İmirzalıoğlu cephesinde (TV'de gördüm Hülya Koçyiğit kendisi için 'sinemamız bir oyuncu kazandı' gibi dangalakça bir laf ediyordu) beni en çok sinirlendiren şey, daha önceki işlerinin çöpe atılması oldu. Bu adamı burada fark edenler bir zahmet Yazı Tura'yı izlesinler öyle konuşsunlar... Kenan İmirzalıoğlu ne denli çok yönlü bir oyuncu olduğunu kanıtlayalı çok oldu. Geçtiğimiz sene "Son Osmanlı"yı tek başına yürüten de oydu. Yani onun bu filmden yararlanmasına gerek yok. Aksine o bu filmi katlanabilir seviyesine çeken tek kişi.
Bir de Rasim Öztekin'e değineyim. Oyuncuya saygım sonsuz... ama çok beğenilmesini de anlayamıyorum... böyle komik eşcinsel karakterler de benim hatırladığım kadarıyla 80'lerde kaldı. Yani seyirci ilgisini çekmek için süper ucuz bir karakterdi.
Sonuç budur.. 2.5 saat boyunca arkadaşla resmen eziyet yaşadık. Üstelik işin kötüsü salonun geri kalanı gibi gülüp alay da edemedik... öyle ciddi ciddi oturup izlemeye kalktık. Çıkışta da şunu düşünüyorduk... "Acaba Fahriye Abla, Muhsin Bey falan da böylelerdi de, biz zamanında mı farketmedik?" bilemiyorum ama yakın zamanda o filmlere tekrar bir bakacam.
Yavuz Turgul bence emekli olmalı. Basındaki tüm bu yalakalıkları bitmeli, Ömer Vargı da mümkünse kimyasının tutmayacağı senaryolara bulaşmamalı. Turgul bu filmi çekseydi o imzası niteliğindeki 'hafif masalsı' tavrı bir şekilde filme yedirir ve Kabadayı'yı daha çekili bir hale getirebilirdi.
No comments:
Post a Comment