Sunday, October 15, 2006
A Scanner Darkly
Dün filmekimi'nde gece yarısı seansında gösterilen "A Scanner Darkly"ye ilgi büyüktü. Ancak çıkışta insanların aynı coşkuyla çıkıp çıkmadığına emin değilim. Çünkü Richard Linklater'ın son numarası ya bayılırsın ya da nefret edersin tarzı filmlerden. Bir seyirci eğer ikisinin arasında kaldığını iddia ediyorsa bence kendini aldatıyordur.
Ben filme bayıldım ve üstelik Linklater'ın "Waking Life"ını da akıllıca bir deney olarak görmeme rağmen genel anlamda hoşnut kalmayan azınlık içindeyim. "Waking Life" o yoğun görselliğini gerçek-rüya ikilemini yaşatmak için iyi tasarlanmış bir projeydi. "A Scanner Darkly" ise bu sefer aynı tekniği ( izlemesi daha kolay bir görsellikle) bağımlılık üzerine kullanıyor.
Dediğim gibi film aslen bağımlılık hakkında ve bunun üzerine hafif noir ve politik paranoya sosları da ekliyor. Bob Arcter'ın (Keanu Reeves) giderek kendini birebir gözlemeye zorlandığı bir dünyada karakterin düşüşü adım adım gösteriliyor. Filmin özellikle ilk yarısı Arcter ve keş arkadaşları arasındaki geyiklerden ve "Yeni Yol" adlı şirketteki çalışmalarından oluşuyor. Ancak sürekli renkli birşeylerle karşılaşsak da bunun ana öyküyle bağlantısını da çözemiyoruz. Yani film bir anlamda sürekli kendini tekrar eder duruma geliyor. Bu Linklater'ın "Waking Life"ta da kullandığı bir metod. Neyin içine atıldığımızı bilmeden filmin ilk yarısında dünyada varolan neredeyse her teoriyi bir ders gibi dinledikten sonra olayın içeriğine davet ediliyorduk. Aynı sistem burada da kullanılmış. Bu süreç seyircinin çok kolay kendini kaybedebileceği, ama takip etmeye kalktığında da zihnini bulanacağı bir süreç ki bu hazırlığın ardından gelen asıl olay örgüsünün yarattığı algıyı da güçlendiriyor.
Linklater'ın uyguladığı teknik aslında en baştan seyircinin beynini zorlayıcı bir şey. Gözleriniz buna dayansa bile, o an ortalıkta dolanan onca acaip görüntü arasında verilen tonlarca bilgiyi de es geçmeniz olası. Ki sadece bu bile benim için filmi tekrar tekrar izleme zaruretini oluşturuyor.
Philip K. Dick'in romanlarını ve öykülerini okumadığımı utanarak söylemeliyim. Ama eserlerinden uyarlanmış filmleri de şimdiye kadar oldukça beğendim ve en azından paranoya konusundaki takıntısını da fark ettim. "A Scanner Darkly", bu tarz paranoya öyküleri için biçilmiş kaftan bir anlatıma sahip. Seyircinin ne olup bittiğine dair en ufak bir fikri yokken, ya da beyninin her tarafından farklı bir yorum fırlarken filmde yer alan paranoyayı da aynı anda kendisinin yaşanması sağlanıyor kanımca. (En azından kafa karışıklığını yarattığı kesin) Bu tarz öykülerin vazgeçilmezi olan melankoli ise bence filmin iyi kullandığı bir silah. Çok etkileyici final anına kadar çok aşırıya kaçmıyor ama belli yerlerde silahın ucunu da seyirciye gösteriyor.
"A Scanner Darkly" benim için bu yılın en iyi filmlerinden birisi. Kullandığı görsel tekniği filmin ana konusuna ve temalarına uygun bir biçimde yedirirken seyirci - karakter arasında da ciddi sağlamlıkta bir köprü kurduğunu düşünüyorum. Bunun yanında öykü anlatma şekli de bence buna destek oluyor. İtiraf etmem gerek filmden allak bullak çıkmıştım. Hatta beynim de resmen .....miş durumdaydı. Ama bir yandan da bu filmi ne zaman tekrar seyredebilirim diye düşünüyordum. Ya da Philip K. Dick okumaya başlamalıyım falan...
Herkese 'kesinlikle gidin' diyemeyeceğim bir film bu. Zira dün gece olduğu gibi sizin de salondan çıkma olasılığınız var. Sonra bana suç atmayın. Ama deneylere açık olanlar kesinlikle şanslarını denemeli.
Not: 4,5/5
(Bu arada dün gece gösterilen kopyada Türkçe altyazı vardı. Yani bizden bi şirket bunu çoktan satın almış bile. Vizyona girme olasılığı çok yüksek.)
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment