Tuesday, October 31, 2006

Franco, Elizabeth & Kenan Evren

Şu son bir haftada birbirinden çok farklı üç film seyrettim, bunların ortak yönleri ise şüphesiz geçtikleri dönemin liderleri ve rejimleri üzerine de laflar etmesi.

Geçtiğimiz Mayıs ayında Cannes'da Altın Palmiye için yarışan Guillermo Del Toro'nun yönettiği "Pan's Labyrinth" ile başlayalım. 1944 İspanya'sında Franco döneminin başlangıcında geçen film haliyle son derece karanlık ve depresif bir atmosfer ve öyküye sahip. Yönetmenden alışık olduğumuz üzere (Blade II, Hellboy) fantastik bir film bu. Ancak dönemin acı öykülerini de gerçek tarafta tutmayı iyi beceriyor. Filmin fantastik ve gerçek öyküleri aralarda ister istemez kesişiyor ancak bu kesişimler son derece ılımlı bir şekilde gerçekleştiği için iki öyküyü de olması gerektiğinden farklı bir yöne ve abartılara sürüklemiyor.
Küçük bir kızın büyüme öyküsü olarak da adlandırabileceğimiz filmin fantastik yanına Franco askerleriyle mücadele etmeye devam eden bir grubun yaşadıkları eşlik ediyor ve iki tarafta da sinema tarihinin 'en kötü'leri arasına girebilecek Vidal adlı bir karakterle uğraşıyoruz.
Del Toro'nun filmi son derece samimi ve sizi hemen içine alıyor. Aynı zamanda set tasarımları, makyaj ve görsel efekt çalışmalarının da çok başarılı olduğunu belirtmek lazım. Son dönemde izlediğim belki de en iyi fantastik film olan Pan's Labyrinth için Narnia'nın büyükler için olanı da diyebiliriz.

The Queen ise rejimin küçük insanlardan çok başındaki kişilikler üzerinde bıraktığı etkilerden bahseden bir film. Stephen Frears'ın yönettiği ve bu sene Oscar sezonunda adını çok duyacağımız bir film Tony Blair'in başbakan seçilmesi ve Prenses Diana'nın ölümüyle start alıyor. Ardından geçen kısa süre içinde tarihin en acıklı ölümlerinden birisinin ardından sarayda yaşananları gözlemliyoruz. Kraliçe Elizabeth'in, eski ve yeni zamanın gereklilikleri arasında bocalamasını izliyoruz. Belki de sistemi kurtarmak için çok ufak şeyler yapması gerekmesine rağmen sistemin kendisinin bu küçücük detayları olanaksız kılmasını izliyoruz. Bir yandan da yenilik temsilcisi Tony Blair'in ileride yaşayacağı çöküşe dair başta görülen işaretlere tanık oluyoruz. Ve tıpkı Diana öldüğünde nasıl TV karşısına kilitlenmişsek, bu film de aynen o şekilde bizi kendisine bağlıyor.
"The Queen" son derece basit çekimlerle ve sınırlı öyküsüyle çok ufak bir film aslında. Ancak çok başarılı bir senaryo ve enfes oyuncu performanslarıyla adeta devleşiyor. Bu film aslında ne kraliçeye ne başbakana laf sokuyor... İçinde bulundukları ve hizmet ettikleri köklü ve değişmez sistemin bu insanlar üzerinde birinci elden etkilerini ölçüyor. Oyuncu kadrosu tamamiyle çok başarılı ama Kraliçe 2. Elizabeth'e can veren Helen Mirren ayakta alkışlanmayı hakediyor. Ki zaten şimdiden bu senenin de Kadın Oyuncu Oscar'ının en büyük talibi kendisi.

Gelelim bizim öykümüze... 12 Eylül tabusu yavaş yavaş yıkılmaya başlıyor. Ama şunu başta söyleyeyim ben "Babam ve Oğlum"un aslen bir 12 Eylül filmi olduğunu düşünmediğim için o konuda karşılaştırmalara girmeyi yanlış buluyorum.
Geçmişte "Karartma Geceleri", "Uzlaşma" gibi örneklerine rastladığımız sinemamızda "Eve Dönüş" dönemi biraz daha seyirciye yakın bir hale melodram biçimine sokuyor. Ömer Uğur'un yönettiği film hiç şüphesiz gayet önemli ancak iyi bir sinema örneği olduğunu belirtmek için de biraz cesaret gerekiyor. Zira "Olacak O Kadar" usulü ve Yeşilçam'ın artık çok gerilerde kalmış mizansenleri filmi yaralayan birinci unsur. Bu kadar önemli bir öykünün gerçekliğini de maalesef zedeliyor. Yani filmi izleyenler (ben dahil) filmin yarattığı etkiden çok o dönemin oluşturduğu travmanın kendisinden etkileniyor. Yönetmen bunları filmine ilgi çekmek için yapıyor gibi bir iddiada bulunmuyorum kesinlikle. Ömer Uğur'un bu konuda gayet iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Ancak sinematik özellikleri daha iyi kullanmama tercihinin nedenini de çok merak ediyorum. Maalesef filmdeki müsamere havası ne işkenceleri gerçekçi kılıyor ne de yaşanan acıları. Bu bakımdan "Eve Dönüş" kesinlikle zayıf bir film. Ancak ne olursa olsun bu kadar önemli bir olaya bir kere daha dikkat çekiyor ve sinematik zayıflıklarına rağmen sizi etkilemeyi sağlıyor. Bu filmi izlerken ağlıyor ve öfkeleniyorsunuz.
Bu hafta vizyona girecek olan filmi umarım pek çok kişi seyreder ve toplumsal unutkanlığımızı silmek adına yapılmış bu iyi niyetli filme destek verir.

Pan's Labyrinth - 4/5
The Queen - 4/5
Eve Dönüş - 2/5

No comments: