Bir insan (veya bu durumda 3 insan) neden böyle bir film yapmak ister? Böyle düşünmemin sebebini birazdan açıklayacağım ama önce öngörümü belirtmek isterim: Türk halkı ve sinema seyircisinin geneli, Küçük Kıyamet’ten nefret edecek. Son kısmında filmi terk eden veya izlerken baygınlık geçiren falan insanlar olduğunu duyarsak şaşırmayacağım. Bunun tek sebebi var. Yakın geçmişimizde büyük bir deprem felaketi yaşadık ve İstanbul’da da büyük bir felaketin yaşanacağına dair somut ve gerçekçi temellere dayanan bir endişe var. Deprem kendi başına halkımız üzerinde travmatik etkiye sahip bir konu. Dolayısıyla, Taylan biraderler ve Doğu Yücel’in, pornografi düzeyindeki deprem sekansları kendi başına Türk izleyici üzerinde travmatik bir etki yapabilir. Çünkü insanımıza görmek istemediği bir şey sunuyorlar. Görmeye ihtiyacının olmadığı. Zaten yeterince hassas olduğu. Ve bunu bir marifet sanıyorlar.
İnsan neden böyle bir film yapmak ister? Deprem üzerine söyledikleri bir şey de yok aslında. Üst orta sınıf bir ailenin iç çelişkilerini ve depremin tetiklediği endişelerini ele alıp bundan bir korku filmi çıkarmaya çalışılıyor. Evet, karakterlerinizi çizerken sizin de farkında olduğunuz gibi, sayın yaratıcılar, bu insanlar depremden korkuyorlar. Kale gibi, lüks ve korunaklı apartmanlarında kendilerini koruyabileceklerini düşündükleri dış tehlikelerden aslında kaçamazlar. Doğadan kaçamazlar. Herkes bunun farkında. Peki bu acı ve dehşet pornografisinin amacı nedir?
Filmin yaratıcı ekibinin, başta korku türü olmak üzere sinemasever insanlar olduğunu biliyoruz. Sevdikleri filmler gibi işler yapmak istiyorlar. Bunu daha önce Okul ile de belli ettiler. Bu kez teknik açıdan son derece yetkin bir iş de ortaya çıkarmışlar. Söyleyeceğim her şey bir yana, Küçük Kıyamet iyi çekilmiş ve oynanmış; teknik olarak başarılı bir film. Bir iki sahnedeki ufak kusurlara ve diyalogların genel olarak yapaylığına rağmen, gayet iyi kotarılmış bir film. Başak Köklükaya’nın oyuncu olarak gücü zaten malum. İlker Aksum da ondan aşağı kalmayan, son derece etkili bir performans veriyor. Soykut Turan, görüntü yönetmeni olarak en iyi işini çıkarıyor; biraz fazla reklam estetiğine bağlı kalmış olsa da. Ama film yapmak bu teknik bileşenlerden ibaret değil. Tavrınız, niyetiniz önemli.
Para kazanmak, sinemada asla hor görmeyeceğim bir amaçtır. Sinema büyük paralarla yapılan bir sanat ve hele ki çok para harcamışsanız, elbette o parayı geri kazanmak ister ve ona göre hareket edersiniz. Ama ana akım sinema yapmanın da bir raconu vardır. Düşük bütçeli, ‘underground’ bir yapım değil Küçük Kıyamet. Bir popüler sinema ürünü. Böyle bir filmin, öncelikli izleyicisinin böylesine hassas olduğu bir konu hakkında bu denli uç noktada durmasının, bir korku filmi malzemesi çıkarmak için neredeyse sömürüye varmasının kabul edilebilir yanı yok gözümde.
Filmin dağıtımcıları, ürünlerinin 6. His-vari bir sürpriz sunduğunu, çok zekice olduğunu falan düşünüyorlar. Yukarda bahsettiğim her şey bir yana, en başından itibaren o kadar çok ipucu bırakıyor ki Küçük Kıyamet her yana, filmin sonu hiç de öyle sürpriz değil. Sondaki açıklayıcı flashback’lere bakılırsa, yaratıcı ekip seyircinin bütün bu ipuçlarını kendi başına anlamayacağını sanıyor olmalı. Halbuki ortalama bir izleyici, filmin nereye bağlanacağını üç aşağı beş yukarı tahmin edecektir zaten. Amaç sürprizse, geride bu kadar çok sayıda ve bariz ipucu bırakılmamalıydı.
Kaldı ki Küçük Kıyamet bir deprem filmi olarak başlıyor. Sonra, ortasındaki bir saat boyunca, bir kadının/annenin korkularının tetiklediği bir korku filmine dönüşüyor. Bu anlamda, Japon yapımı Karanlık Sular gibi türün klasiklerinin yolunu izliyor. Yani, “female gothic” alt türünün kalıplarını uygulayan; etrafı suyla, bekçi ve köpek gibi metaforlarla çevrili kale gibi yaşam alanlarında, ailesine/çocuklarına yönelik eril düzenden gelen tehditlerle başa çıkmaya çalışan anne figürü etrafında bir psikolojik korku filmi. Sonra sürpriziyle birlikte tekrar deprem filmine bağlanıyor ve önceki bir saatten aslında büyük ölçüde kopuk bir felaket filmine dönüşüyor. Felaket filmiyle korku filmi birbirlerinden farklı ve karşımızdaki örnekte, bağdaşmayan türler. Küçük Kıyamet böyle bir tür çelişkisini de barındırıyor.
Yazımı sona erdirmeden önce, deprem konusunda hassas olan insanların bu filmi izlememesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Hiç gerek yok. Film bu kişilere hiçbir şey söylemeyecek. Çünkü bu filmin zaten bir cümlesi yok. Sadece psikolojilerini altüst edecek. Nasıl ki Uçuş 93 (United 93) gibi bundan çok daha üstün sinemasal niteliklere sahip bir film, öyküsünden bir acı gösterisi değil kahramanlık destanı çıkarmış olmasına karşın, ABD’de fazla izlenmedi ve insanlar o gerçek trajediyle yüzleşmek istemediler; Küçük Kıyamet’in kurmaca kıyamet tellallığı seyirciden daha da fazla tepki görecek. Olumsuz eleştiriler duymaktan bu denli rahatsız olan Taylan biraderler ne düşünürse düşünsün, bu YANLIŞ bir film. İnsanların acıları ve korkuları üzerinden prim yapmaya çalışan bir istismar filmi (Lütfi Akad sinemanın böylesine alçaklık der ama ben aynısını söylersem yanlış anlaşılıp birilerini istemeden kırabilirim). Hak ettiği tepkiyi izleyiciden göreceğini umut ediyorum.
No comments:
Post a Comment