Saturday, February 17, 2007

Ruhumu sattım alan yok mu?

Robert De Niro'nun büyük bir tutkuyla son yıllarını verdiği "The Good Shepherd" benim için bir hayal kırıklığı oldu. CIA'in ilk yıllarından itibaren Edward Wilson adlı bir ajanın çevresinde gelişen öyküleri anlatan film 30'lar ve 60'lar arasında bir süre sonra iyice sıkan çoğu anlamsız gidip gelmelerden oluşuyor. Edward Wilson karakteri (Matt Damon) filmin ana kahramanı olmasına rağmen neredeyse hiç de umrumuzda olmayan birisi. (Çevresindeki tüm tiplemelerle birlikte) Aslında Wilson'a dair "kendine göre değil, başkalarının yönlendirmesine göre yaşayan" bir adam olması dışında ne söyleyebiliriz çok emin değilim. Filmin başlarında bu özellik arada karikatür ya da absürt seviyeye erişse de ilerleyen zamanla, belki de alıştığımızdan, ilginç ve garip bir çekicilik haline bürünebiliyor. Ama ne olursa olsun bu duvar suratlı adamı önemsememeye devam ediyoruz. Yıllar geçiyor (Damon hiç yaşlanmıyor) sürekli entrikalar ve ajan dünyası içinde asla tam olarak içine giremediğimiz onca olay sırasında 2,5 saati aşkın bir süre bu adamı izliyoruz. Gerçekten de "The Good Shepherd" hayatımda izlediğim en sıkıcı ajan filmlerinden birisi herhalde.
Kabul etmek lazım teknik alet edevat yokluğunda ajanların eski zamanlarda nasıl çalıştığını gösteren ayrıntılar bir yere kadar ilginç geliyor. Ama filmde geçen yaklaşık 30 yıllık süre içinde onca şey olmasına rağmen aynı zamanda hiçbir şeyin de olmaması filmin en dayanılmaz zulümü.
Ana karakterimizin Domuzlar Körfezi olayları sırasında yaşadığı daha kişisel bir soruşturma ekseninde flashbacklerin uygulanışı aslında gayet çalışır vaziyette. Ama sadece o kadar. Film onca saat ayırdığı konularda size olağanüstü ya da etkileyici birşey veremiyor. Çünkü hiçbirisine odaklanamıyor.


Oyunculara gelince. Matt Damon ruhsuz karakterimize ruh vermeden gayet sıkıcı bir performans sergiliyor. Evet belki Wilson'ın içinde ruh yok ama yine aktörde nüans görebilmek isterdim. Angelina Jolie maalesef bu tarz iddialı ve ciddi filmlerde hep içi boş tipleri oynuyor belki de bu yüzden oynadığı dandik filmlerden daha kötü performanslar sergiliyor. (Bir sahnesinde bana Madonna'nın eski performanslarından birini hatırlattı. ) Ama kabul etmek lazım kamera onu seviyor. Deneyimli oyuncu Michael Gambon, Wilson'ın Üniversite hocası rolünde akılda kalıcı. Bunun dışında filmde yer alan William Hurt, Billy Crudup, Joe Pesci, Alec Baldwin gibi oyuncuların ise filmi çekerken neyi oynadıklarını bile bildiklerinden emin değilim. Gayet misafir oyuncu kıvamında arz-ı endam ediyorlar.
Robert De Niro bence filmi yaparken ve kurgularken kendisini kaybetmiş. (Bu arada söylentiye göre 30 dk.lık bir kısmı atılmış haliymiş bu film) Zaten bence filmin en büyük sorunu elindeki bir sürü dağınık materyalle "Godfather" falan olmaya çalışması. Evet bu materyaller belki bir araya toplanınca ilginç bir sonuca çıkıyor olabilir. Ama yine de çok daha kompakt bir olay örgüsü ve hatta daha küçük ölçekli bir prodüksiyonla film daha etkili olabilirdi bence. Bittikten sonra belki üzerinde konuşmaktan ya da okumaktan zevk alınabilecek bir konuyu içeriyor olsa da izlerken ciddi anlamda eziyet çekmenize sebep olabilir.
Robert Richardson'ın etkileyici görüntüleri, Oscar adayı sanat yönetmenliği gayet ölçülü ve etkileyici. Açıkçası De Niro'nun oluşturduğu mizansenler de hoş ama ne var ki senaryonun herşeyi anlatayım saplantısı filme ciddi zarar veriyor.

2 /5

No comments: