Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Steven Soderbergh'in son filmi "The Good German" Amerika'da pek beğenilmedi. Eleştirmenler genel olarak tarzından ötürü filme yabancılaştığı ve bu çalışmanın abartılı olduğu konusunda hemfikir gibiydiler. Filmi izleyene dek bunu anlıyordum, çünkü Soderbergh bu yeni çalışmasını 40'ların sinemasal yapısına uygun olarak çekmişti ve bu yüzden beklentim de oldukça yüksekti. Çünkü yönetmen bu tarz konularda oldukça başarılı teknik deneyler yapmasıyla bilinir.
Traffic & Erin Brockovich'teki farklı filtre denemeleri, Ocean's serisinde 70-80'lerin sinemasal tercihleri ile öyküyü anlatması, Kafka'daki noir yapısı... Bunların hepsi Soderbergh'in yapısal deneylerine örnek teşkil ediyor. (Daha da kişisel deneyleri Schizopolis, Full Frontal gibi işleri her hangi bir sınıfa ayırmak bile çok zor)
Neyse, filme dönelim... Eleştirmenlerin üstünde soğuk duş etkisi yaratan bu film ben de hiç de öyle birşeye yol açmadı. Bu adamlar sanırım Casablanca, Notorious gibi klasikleri en son 40'lı yıllarda seyretmişler. Evet film sanki o yıllarda çekilmiş gibi duruyor ama Soderbergh kesinlikle aşırıya kaçmıyor ve birebir teknik uygulamalarla o dönemi yaşatıyor. Açıkçası hiç rahatsız olacak bir durum göremedim ben bunda.
Filmin konusu da zaten o döneme uygun. 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya'da bir kaçış öyküsü izliyoruz. Yalnız ilk aşamada daha baskın gözüken aşk teması yerine noir özellikleri daha fazla yer alıyor.
Thomas Newman'ın Oscar'a aday olan müziği, Steven Soderbergh'in yakaladığı kadrajlar ve kurguyu ele alış biçimi (her zamanki gibi yönetmen görüntü yönetmenliği ve kurguyu takma isim kullanarak kendisi yaptı) sinemanın altın çağına bir yolculuğa çıkmanızı sağlıyor.
Bunun yanında senaryo farklı olarak 3 anlatıcı ile ilerliyor. (Bu tercih hoşuma gitti.) Açıkçası senaryoda beni rahatsız eden tek şey, araya sokulan 'fuck', 'screw' gibi kelimeler oldu. 40'ların temasında bir film yaparken bunları senaryoya eklemek bence Gus Van Sant'in Psycho'ya mastürbasyon sahnesi eklemesi gibi rahatsız edici.
40'lara dönüş konusunda oyuncularda aynı başarıyı gördüğümü söyleyemem. Evet, hepsi gayet iyi performanslar çiziyorlar. Ama şunu kabul edelim zaman tünelinden geçip o dönemin oyuncusuymuş gibi arz-ı endam eden tek kişi Cate Blanchett. Kadın kesinlikle olağanüstü. Enfes bir femme fatale kompozisyonu çiziyor ve kamerayı kendisine aşık edecek kadar da etkileyici. Bu senenin en iyi performanslarından.
"The Good German", dönemin filmografisine aşinaysanız büyük keyif alacağınız bir film. Ama 40'ların sineması hakkında hiçbir şey bilmeyenlerin tepkisini daha çok merak ediyorum. Kesinlikle çok iyi kotarılmış olmasına rağmen teknik yönü dışında bir radikallik içermemesi bence Soderbergh için bir geri adım niteliğinde. Yine de büyük perdede sinemanın altın çağı'nın ürünlerini seyredememiş olmanın ezikliğini yaşayanlar için eminim bu filmi sinema salonunda izlemek farklı bir deneyim olacaktır. "The Good German", Nisan ayında İstanbul Film Festivali'nde, İstanbullularla buluşacak. Vizyona girer mi bilinmez.
3,5 /5
No comments:
Post a Comment