Oscar sezonunun en ulaşılmaz filmlerinden biri olan "Notes on a Scandal"ı nihayet izledim. Sonuç: bir nebze hayal kırıklığı. Şunu açık bir şekilde söylemeliyim ki, fragmanı gördüyseniz filmde daha fazlasını bulamayacaksınız zaten. "Closer"la tanıdığımız senarist Patrick Marber, onlarca üst sese rağmen bence ana karakter Barbara'nın bile içine tam olarak girememiş. Ya da karakter çok klişe olduğu için bize öyle gözüküyor. Yine de işin zanaat kısmı başarılı. Sonuçta Marber metni şiirsel bir etkileyiciliğe dönüştürmüş.
Yine de film herşeyden önce Cate Blanchett & Judi Dench için görmek isteyeceğiniz bir çalışma. Ama onlar da öyle kariyerlerinde bir dönüm noktası oluşturacak performanslara sahip değiller. Yani ikisinin yeteneği de ortada ama olağanüstü birşey yok ortada. Ancak özellikle iki oyuncunun da fetişize hayranlarını zevkten gebertecek anlara sahip bir film.
Bizde "Skandal" adıyla gösterilen filmin kendisi maalesef bir skandal yaratmayı başaramıyor. Barbara'nın karakterini bu duruma özel davranmıyor gibi göstermesi de bence en büyük yanlışı olmuş. Ve hiç şüphesiz sonunda bir "ee niye hayatının sırf bu kısmını izledik o zaman" triplerine girmeniz gayet doğal olur.
Yine de film sürükleyici bir biçimde kendisini izletiyor. Özellikle Philip Glass'ın o çok bildik müzikleri gerilimi sağlamak üzere iyi aranje edilmiş ve filme yedirilmiş. Marber'ın özellikle günlük kısımlarında yazdığı üst sesteki cümleler etkileyici. Ama dediğim gibi bu filmi izleyecekseniz öncelikle oyuncuları görmek ana amaç olmalı. Çünkü filmin sonunda aklınızda sadece bu iki etkileyici bayan kalıyor.
Cuma günü vizyonda...
Not: 2,5/5
Tuesday, February 27, 2007
Monday, February 26, 2007
Tören yorumları...
- "The Departed"ın aldığı her bir ödülden çok memnunum. Özellikle Thelma Schoonmaker'ın 3. Oscar'ını almasına bayıldım ve konuşması sırasında yerinde oturan Scorsese'nin gözlerinin dolması unutulmaz bir andı. Ve elbette Marty. Hakeden aldı kabul edin. Oscar tarihinin unutulmaz anlarındandı. Bütün salon ayakta.
- "Babel"in müzik ödülü bariz bir biçimde 'başka bir yerde oy veremeyeceğiz, burada verelim' zihniyetiydi. Diğerlerinin her biri çok daha fazla hakediyordu. Özellikle Santaolalla'nın daha geçen sene yine Oscar almış olması. (Bu adam Sally Field mı yani?) ve müzikal anlamda da sanki daha önceki çalışmalarının bir kolajı halindeki çalışmaya ödül verilmesi çok anlamsızdı.
- "Pan's Labyrinth", 3 dalda teknik ödülü hakederek aldı. (Görüntü yönetmenliğinin "Children of Men" olmasını bin kere tercih ederdim o başka.) Ama çoğu kişinin beklediği ve benim olmaz dediğim şey oldu. Yabancı film'i "Lives of Others"a kaptırdı. Bu gerçekten çok anlamsızdı. Ama sonradan düşündüm de zaten Amerika'da yaşayan ve orada çalışan Guillermo Del Toro, daha destek verilecek bir yönetmen olarak görmüş olabilirler, "Lives..."ın yönetmenini. Yine de haksızlık.
- "Dreamgirls" beklenenden az oy aldı. Kostümü Marie Antoinette'e kaptırmasına çok sevindim. Jennifer Hudson tüm bir sene buna hazırlık yaptı ama inanılmaz hazırlıksız ve sıkıcı bir konuşma yaptı. Ayrıca şarkı seçiminin de ne olursa olsun iyi yapıldığını düşünüyorum. Kızların şovu çok iyiydi ama hemen ardından Melissa Etheridge'in ödülü alması çok komikti. Kesinlikle hakedilmemiş bir ödül olduğunu düşünmüyorum.
- Helen Mirren & Forest Whitaker beklenen ödüllerdi. Ve ikisinin de konuşması çok güzeldi. Ayrıca Mirren, Amerikalılara nasıl başı dik ve olgun biçimde konuşma yapılabileceğini de öğretti.
- "Little Miss Sunshine" geceyi gayet karlı kapattı. Alan Arkin o kadar kesin değildi (ve Tanrıya çok şükür) ödülü aldı. İki ödülden de çok memnunum.
- Happy Feet'in animasyonu alması bu senenin en büyük kepazeliğiydi. Rezalet. Tamam bütün gece politik/çevreci mesajlar verdi ama burada bu klişeye düşmeselerdi keşke. Hala çok kızgınım.
- Törende en unutulmaz an Al Gore & Leonardo Di Caprio'nun sahnedeki konuşmasıydı. Çok başarılıydı. Bir an gerçekten adam konuşmayı yapacak zannettim.
- Will Smith'in oğlu Jaden Smith gecenin en eğlencelisiydi kesinlikle. Bundan sonra her sene o sunsa keşke.
- Ennio Morricone kısmı çok daha iyi olabilirdi. Celine Dion kadar kötü bir fikir var mıydı acaba törenin başka yerinde.
- Leonardo Di Caprio gecenin en çok övülen adamıydı. Al Gore, Monahan, Scorsese, her lafı geçtiğinde alkışlayan bir salon. Ve Graham King konuşurken artık ben Leo'nun hala ağlamıyor olmasına inanamadım. Oturduğu yerde gecenin yıldızıydı nerdeyse. Oscar'ı yakındır.
- Gece için hazırlanan kliplerin fikri iyiydi. Ama sanırım içlerinde en averaj olan Nancy Myers'ın hazırladığı 'yazarlar' kısmıydı. "Amerika" klibini ise gerçekten de Michael Mann mı yaptı? Herhalde kurguya ayıracak vakti yoktu hiç. Klipler hele hele geçen seneye göre çok başarısızdı.
- Tören çok uzundu. Aradaki o gölge adamcıkları niye törene dahil ettiklerini hiç anlamadım. Gerekliler miydi? Gereksizlerdi.
- Ellen, benim gözümde Jon Stewart'ın geçen seneki performansının üstüne çıkamadı. Ama Emmy'lerdeki performansının on bin kat üstüne çıktı. Çok iyiydi yine bekleriz.
- Gil Cates törenin yapımcılığını üstlenmeyince. Tören gayet sakin rahat ve olabildiği kadar şaşaalıydı. Laura Ziskin'i yine görmek isteriz yapımcı koltuğunda. Bu arada ek bir not kulise girme ve oradan da bazı sahneleri gösterme fikri çok iyiydi. Bunu daha da geliştirerek devam ettirmeliler.
- "International Oscars"... peki. Böyle şeyleri nasıl da kendilerine yontmayı biliyorlar. :) Neyse ki fazla 'international' olup Babel'e gitmedi. Günahlarıyla sevaplarıyla güzel bir törendi. Daha bir iki saat sürse seyrederdim. Neyse şimdi önümüzdeki seneye bakmak lazım :p
Sunday, February 25, 2007
Bu gecenin programından...
Bu gece törene sunucu olarak katılacağı kesinleşen isimlerden bazıları:
Jack Nicholson
Meryl Streep
Philip Seymour Hoffman
Leonardo DiCaprio
Robert Downey, Jr.
Gael Garcia Bernal
Emily Blunt
Catherine Deneuve
Al Gore
James McAvoy
Jerry Seinfeld
Greg Kinnear
Helen Mirren
Clive Owen
Ken Watanabe
Naomi Watts
John Travolta
Jodie Foster
Queen Latifah
Gwyneth Paltrow
Jennifer Lopez
Diane Keaton
Jessica Biel
Abigail Breslin
Jaden Smith
Tom Cruise
Kirsten Dunst
Kate Winslet
Ben Affleck
Cate Blanchett
Steve Carell
Penelope Cruz
Tom Hanks
Rachel Weisz
Daniel Craig
Nicole Kidman
Reese Witherspoon
Will Ferrell
George Clooney
Cameron Diaz
Eva Green
Hugh Jackman
Jack Nicholson
Meryl Streep
Philip Seymour Hoffman
Leonardo DiCaprio
Robert Downey, Jr.
Gael Garcia Bernal
Emily Blunt
Catherine Deneuve
Al Gore
James McAvoy
Jerry Seinfeld
Greg Kinnear
Helen Mirren
Clive Owen
Ken Watanabe
Naomi Watts
John Travolta
Jodie Foster
Queen Latifah
Gwyneth Paltrow
Jennifer Lopez
Diane Keaton
Jessica Biel
Abigail Breslin
Jaden Smith
Tom Cruise
Kirsten Dunst
Kate Winslet
Ben Affleck
Cate Blanchett
Steve Carell
Penelope Cruz
Tom Hanks
Rachel Weisz
Daniel Craig
Nicole Kidman
Reese Witherspoon
Will Ferrell
George Clooney
Cameron Diaz
Eva Green
Hugh Jackman
Ennio Morricone'ye "Honorary Oscar"ı Clint Eastwood & Robert De Niro'nun sunacağı söyleniyor. (O bölümde Celine Dion'da bir şarkı söyleyecek)
Bu arada en iyi yönetmen Oscar'ını sunmak için de Francis Ford Coppola, George Lucas ve Steven Spielberg'ün sahnede olacağı söyleniyor. Bu resmi bir açıklama değildi ve Akademi yalanlamadı. Ama sürprizin tadı kaçtığı için belki de son anda değişiklik yapabilirler. Yine de bu üçlünün çıkıyor olması onların da Martin Scorsese'nin Oscar'ı alacağından emin oldukları anlamına geliyor.
Bir de açılışta Ellen'ın Happy Feet'teki Penguen'lerle birlikte dans edeceği söyleniyor.
Neyse iyi eğlenceler....
Saturday, February 24, 2007
Oscar töreni izleme kılavuzu... (Kritik Kategoriler)
Tören sırasını açıklamadıkları için bilmiyoruz. Ama hemen hemen şöyle bir sıra olur. Genelde ilk önce yardımcı oyuncu kategorisi açıklanır. (Son yıllarda erkeklere ilk olarak ödülü veriyorlar)
Yardımcı Oyuncu Kategorileri
Eğer bunlardan birisinde "Dreamgirls" ikilisi yerine "Little Miss Sunshine"ın ikilisi alırsa Oscar'ı (özellikle Alan Arkin büyük bir tehlike oluşturuyor) "Little Miss Sunshine" yarışta öne geçer ve orjinal senaryoyu da kaybetmedikçe "En iyi Film" için sonuna kadar yarışta kalır. Eğer ödül beklendiği gibi Murphy ve Hudson'a giderse hala bir tehdit olur ama o kadar da güçlü olmaz.
Hiç ihtimal vermiyorum ama eğer Yardımcı Kadın Oyuncu'yu Babel kadınlarından birisi alırsa Tanrı yardımcımız olsun.
Yardımcı erkek oyuncu'da asıl sürpriz yapma ihtimali (düşük de olsa) Mark Wahlberg. Eğer ödülü alırsa "The Departed" için erken kutlamalara başlayabilirsiniz.
Ses Kurgusu
Burası şu açıdan önemli. "Letters from Iwo Jima" alırsa en iyi film yarışında öne geçer. Şöyle bir teorim var: Oy pusulasında ne olursa olsun "Letters..."ı 'en iyi film' seçen birileri varsa yönetmen ve senaryo dışında verecek başka bir oy daha arayacak ve bir tek bunu bulacak. Bu kategoriyi kazanması demek bence 'en iyi film'de de hatırı sayılır oy alması demektir.
Kurgu
Babel'in alması büyük bir olasılık. Ama "The Departed"la Thelma'ya 3. Oscar'ını verirlerse yarış (en azından Babel için) bitmiştir. Yarış "LMS" ve "The Departed" arasındadır. Eğer Babel kazanırsa eşitlik hala korunuyor.
Eğer "Babel" kazanırsa diğerleri birşey kaybetmez. Çünkü zaten bu dalda favori.
"U93" kazanırsa hakeden almış demektir. Ama aynı zamanda "LMS"in de diğer ikisinin öne geçtiğini gösterir.
Uyarlama Senaryo
Hiç imkan görmüyorum ama "The Departed" burayı kaybederse, cenazesini kaldırabilirsiniz.
Orjinal Senaryo
İşte cadı kazanı burası... "LMS" açık ara favori. Eğer kazanamazsa yarıştan kopar gider.
"Babel" alırsa... "The Departed"dan da daha avantajlı hale geçmiş demektir.
"The Queen" alırsa o zaman tam cümbüş olacak. LMS yarıştan çekilmiş olacak ama "The Queen"de kalanlarla eşit durumda yarışın sonuna kadar dayanacaktır.
Olur da "Letters from Iwo Jima" bu üçlü arasında sıyrılıp senaryo Oscar'ını alırsa. En iyi film'in kendisi olduğunu da duyurmuş olur. (Ama çok zor)
Yine de unutmayın "Letters from Iwo Jima" her daim enselerinde olacak ve sadece ses kurgusu ile 'en iyi film'i alacağı konusunda tahmin yürütenler de var.
Geçen sene Crash'in 'en iyi film' dahil toplam 3 Oscar'ı vardı. Bu sene de birşey değişeceğini sanmıyorum. Büyük ihtimalle gecenin galibinin yine toplamda 3, (en fazla 4 Oscar'ı) olacak. Hatta 2 Oscar bile söz konusu olabilir...
(Bu seneki analiz ve tahminler bu kadardı, gözden kaçırdığımı düşündüğünüz şeyler ya da tahminlerime ve yorumlarım eklemek istediğinzi şeyler varsa yorumlarınızı bekliyorum.)
Yardımcı Oyuncu Kategorileri
Eğer bunlardan birisinde "Dreamgirls" ikilisi yerine "Little Miss Sunshine"ın ikilisi alırsa Oscar'ı (özellikle Alan Arkin büyük bir tehlike oluşturuyor) "Little Miss Sunshine" yarışta öne geçer ve orjinal senaryoyu da kaybetmedikçe "En iyi Film" için sonuna kadar yarışta kalır. Eğer ödül beklendiği gibi Murphy ve Hudson'a giderse hala bir tehdit olur ama o kadar da güçlü olmaz.
Hiç ihtimal vermiyorum ama eğer Yardımcı Kadın Oyuncu'yu Babel kadınlarından birisi alırsa Tanrı yardımcımız olsun.
Yardımcı erkek oyuncu'da asıl sürpriz yapma ihtimali (düşük de olsa) Mark Wahlberg. Eğer ödülü alırsa "The Departed" için erken kutlamalara başlayabilirsiniz.
Ses Kurgusu
Burası şu açıdan önemli. "Letters from Iwo Jima" alırsa en iyi film yarışında öne geçer. Şöyle bir teorim var: Oy pusulasında ne olursa olsun "Letters..."ı 'en iyi film' seçen birileri varsa yönetmen ve senaryo dışında verecek başka bir oy daha arayacak ve bir tek bunu bulacak. Bu kategoriyi kazanması demek bence 'en iyi film'de de hatırı sayılır oy alması demektir.
Kurgu
Babel'in alması büyük bir olasılık. Ama "The Departed"la Thelma'ya 3. Oscar'ını verirlerse yarış (en azından Babel için) bitmiştir. Yarış "LMS" ve "The Departed" arasındadır. Eğer Babel kazanırsa eşitlik hala korunuyor.
Eğer "Babel" kazanırsa diğerleri birşey kaybetmez. Çünkü zaten bu dalda favori.
"U93" kazanırsa hakeden almış demektir. Ama aynı zamanda "LMS"in de diğer ikisinin öne geçtiğini gösterir.
Uyarlama Senaryo
Hiç imkan görmüyorum ama "The Departed" burayı kaybederse, cenazesini kaldırabilirsiniz.
Orjinal Senaryo
İşte cadı kazanı burası... "LMS" açık ara favori. Eğer kazanamazsa yarıştan kopar gider.
"Babel" alırsa... "The Departed"dan da daha avantajlı hale geçmiş demektir.
"The Queen" alırsa o zaman tam cümbüş olacak. LMS yarıştan çekilmiş olacak ama "The Queen"de kalanlarla eşit durumda yarışın sonuna kadar dayanacaktır.
Olur da "Letters from Iwo Jima" bu üçlü arasında sıyrılıp senaryo Oscar'ını alırsa. En iyi film'in kendisi olduğunu da duyurmuş olur. (Ama çok zor)
Yine de unutmayın "Letters from Iwo Jima" her daim enselerinde olacak ve sadece ses kurgusu ile 'en iyi film'i alacağı konusunda tahmin yürütenler de var.
Geçen sene Crash'in 'en iyi film' dahil toplam 3 Oscar'ı vardı. Bu sene de birşey değişeceğini sanmıyorum. Büyük ihtimalle gecenin galibinin yine toplamda 3, (en fazla 4 Oscar'ı) olacak. Hatta 2 Oscar bile söz konusu olabilir...
(Bu seneki analiz ve tahminler bu kadardı, gözden kaçırdığımı düşündüğünüz şeyler ya da tahminlerime ve yorumlarım eklemek istediğinzi şeyler varsa yorumlarınızı bekliyorum.)
En iyi Film: Kim bilir?
En iyi Film kategorisinde bu kadar belirsiz bir yarış en son ne zaman yaşandı bilmiyorum ama 15 yıldır Oscar'ları takip ederim hiç böyle bir yarış görmedim. En fazla 2 film arasında geçen yarışta bu sene 5 film de çok iddialı. Tahminlerde de böyle bir karışıklık var zaten. Ben şahsen bu rakamı 3'e indiriyorum ama o 3'ü arasında da seçim yapmak gerçekten zor. Özellikle geçen sene rakipsiz görünen Brokeback Mountain'ın yönetmen ve senaryo ödüllerini aldıktan sonra en iyi film'i Crash'e kaptırması gibir gerzeklemeden sonra bu sene herşey olabilir.
Bence yarış "Babel" ve "The Departed" arasında. Yalnız bunu son derece batıl bir istatistiki duruma göre söylüyorum. Şöyle ki "En iyi Film" Oscar'ı çoğunlukla kurguda da adaylık kapan bir filme gidiyor. Çok saçma geliyor değil mi? Ama bu tezi çürüten en son film 1981'de Oscar'ı alan "Ordinary People". Ondan önce ise 30'larda ve 40'larda birkaç istisna var. Bu kural bana geçen sene son derece saçma geliyordu. Çünkü Brokeback Mountain kurguda aday değildi ve 81'den beri geçerli bu kuralı da bozacaktı. Sonrasını siz de biliyorsunuz.
Her neyse "The Departed" ve "Babel" arasında dememin nedeni o. Sadece ikisi 'en iyi kurgu' kategorisinde adaylık kapabildi. Bu arada ikisinin de kurgucuların seçiminde eşit oy alması ne kadar ironik değil mi?
Neyse şimdi adayların teker teker avantaj ve dezavantajlarını sıralayalım.
"Babel"
Avantajlar:
Geçen seneki Crash'in pozisyonunda.
Altın Küre'de en iyi Drama ödülünü aldı. (Altın Küre'nin bizde sanıldığı kadar önemli olmadığını söyleyeyim)
En fazla adaylık onda.
Dezavantajlar:
Eleştirmenler ve sektörden neredeyse hiç destek görmedi. Hepsinden en fazla adaylıkla kaldı. Kurguda bile "The Departed"ı yenemedi.
Sevenleri olduğu kadar nefret edenleri de çok.
Crash'de olduğu gibi destek sağlayıp propaganda yapacak büyük bir yıldız kadrosu yok.
"The Departed"
Avantajları:
Martin Scorsese burada. Dolayısıyla her türlü yönetmen ödülünü kaptı.
İçlerinde en çok gişe getiren ve halkın en sevdiği film.
Eleştirmenlerden hatırı sayılır olumlu övgüler aldı.
Yönetmen ve senaryo Oscar'ı kesin gibi birşey.
Dezavantajları:
Akademi'nin pek sevmediği grafik şiddet sahneleri ve küfürlerle dolu.
Oyunculardan yeterli bir destek aldığına dair bir kanıt yok. (Oyların bölünmesiyle açıklayabiliriz ya da basit bir şekilde beğenmemeyle. Ben ilkini tercih ediyorum.)
Bir yeniden çevrim.
Bayılanları olduğu kadar, 'hiçbir özelliği olmayan bir TV filmi" olarak görenler de çoğunlukta.
Little Miss Sunshine:
Avantajlar:
En önemli sektör ödüllerini aldı. Yapımcılar, senaristler ve en önemlisi oyuncular büyük ödüllerini ona verdi. (Sadece bu bile yarışta önde olması için yeterli)
Seyirciden ve eleştirmenlerden büyük beğeni topladı.
Küçük bütçesine rağmen yarattığı bu sükse şüphesiz yılın en etkileyici başarısı.
Senaryo Oscar'ı kesin gibi.
Dezavantajlar:
Aldığı adaylıklar çok az.
Yönetmenleri aday değil. (En son yönetmeni aday olmadan büyük ödülü kapan film yanılmıyorsam "Driving Miss Daisy"ydi)
"Şirin şeker, ama o kadar da değil" görüşü Hollywood'da sıkça dillendiriliyor.
"Letters from Iwo Jima"
Avantajları:
Clint Eastwood + Steven Spielberg
Eleştirmenlerin not ortalaması alındığında yılın en beğenilen 3 filminden birisi.
Çok az kişi tarafından izlenmesine rağmen ana dallarda aday olmayı başardı.
Akademi'nin önemseyeceği duygusallık, etkileyicilik ve o büyük sinema duygusu bunda var. Üstelik politik mesaj açısından Babel'den daha baskın.
Dezavantajları:
Yabancı dilde hiçbir film daha önce "En iyi Film" Oscar'ını almadı.
Çok az dalda aday olmayı başarabildi. (Üstelik yönetmen ve senaryo kategorilerini başkaları parsellemiş durumda)
Halihazırda Eastwood'un 4, Spielberg'ün 3 Oscar'ı var.
"The Queen"
Avantajlar:
Hollywood'un nabzını tutanlar belirli bir nefret kitlesi barındırmayan tek filmin bu olduğunu söylüyorlar.
Eski moda, Akademi'nin büyük bir zevkle izleyeceği türe bir film.
Helen Mirren. ve beeelki şansı yaver giderse bir senaryo Oscar'ı ihtimali var.
Eleştirmenlerin not ortalaması alındığında yılın en beğenilen 3 filminden birisi.
Aldığı beklenmeyen (kostüm ve müzik) adaylıkları Akademi içinde taraftarının oldukça fazla olduğunu gösteriyor.
Dezavantajlar:
Helen Mirren. (Çok ön plandaydı ve film cidden arada kaynadı.)
Fazla küçük??? Bu bir dezavantaj mı bilemeyeceğim.
(gördüğünüz gibi "The Queen"e dezavantaj bulmakta bile kasıyorum)
Kişisel görüşüm:
Yarış dediğim gibi "The Departed" ve "Babel" arasında. Bu yüzden ikisinin arasında bir seçim yapmam gerek gibi hissediyorum. Gerçekçi davranayım. Kurgu ve orjinal senaryoda Babel gerçekten de çok şanslı. (Ne tesadüf geçen sene Crash de sadece bu ödülleri almıştı)
Neyse, bence "Letters..." ve "The Queen" bir gömlek daha üstün olmasına rağmen, burada "The Departed" yarattığı etki açısından hakediyor. Çünkü Oscar niyetiyle yapılmamış olmasına rağmen bu kadar iddialı bir konuma ulaşması bile son derece büyük bir başarıdır. (Aynı şey LMS için de geçerli)
"Little Miss Sunshine" ise insanlara sempatik geldi ama burada işleri bence zor.
Neyse uzatmayayım bence "The Departed" burada ödülü götürür ama şunu söyleyeyim "Babel" dışında hangisi kazanırsa kazansın sevinirim.
Bence yarış "Babel" ve "The Departed" arasında. Yalnız bunu son derece batıl bir istatistiki duruma göre söylüyorum. Şöyle ki "En iyi Film" Oscar'ı çoğunlukla kurguda da adaylık kapan bir filme gidiyor. Çok saçma geliyor değil mi? Ama bu tezi çürüten en son film 1981'de Oscar'ı alan "Ordinary People". Ondan önce ise 30'larda ve 40'larda birkaç istisna var. Bu kural bana geçen sene son derece saçma geliyordu. Çünkü Brokeback Mountain kurguda aday değildi ve 81'den beri geçerli bu kuralı da bozacaktı. Sonrasını siz de biliyorsunuz.
Her neyse "The Departed" ve "Babel" arasında dememin nedeni o. Sadece ikisi 'en iyi kurgu' kategorisinde adaylık kapabildi. Bu arada ikisinin de kurgucuların seçiminde eşit oy alması ne kadar ironik değil mi?
Neyse şimdi adayların teker teker avantaj ve dezavantajlarını sıralayalım.
"Babel"
Avantajlar:
Geçen seneki Crash'in pozisyonunda.
Altın Küre'de en iyi Drama ödülünü aldı. (Altın Küre'nin bizde sanıldığı kadar önemli olmadığını söyleyeyim)
En fazla adaylık onda.
Dezavantajlar:
Eleştirmenler ve sektörden neredeyse hiç destek görmedi. Hepsinden en fazla adaylıkla kaldı. Kurguda bile "The Departed"ı yenemedi.
Sevenleri olduğu kadar nefret edenleri de çok.
Crash'de olduğu gibi destek sağlayıp propaganda yapacak büyük bir yıldız kadrosu yok.
"The Departed"
Avantajları:
Martin Scorsese burada. Dolayısıyla her türlü yönetmen ödülünü kaptı.
İçlerinde en çok gişe getiren ve halkın en sevdiği film.
Eleştirmenlerden hatırı sayılır olumlu övgüler aldı.
Yönetmen ve senaryo Oscar'ı kesin gibi birşey.
Dezavantajları:
Akademi'nin pek sevmediği grafik şiddet sahneleri ve küfürlerle dolu.
Oyunculardan yeterli bir destek aldığına dair bir kanıt yok. (Oyların bölünmesiyle açıklayabiliriz ya da basit bir şekilde beğenmemeyle. Ben ilkini tercih ediyorum.)
Bir yeniden çevrim.
Bayılanları olduğu kadar, 'hiçbir özelliği olmayan bir TV filmi" olarak görenler de çoğunlukta.
Little Miss Sunshine:
Avantajlar:
En önemli sektör ödüllerini aldı. Yapımcılar, senaristler ve en önemlisi oyuncular büyük ödüllerini ona verdi. (Sadece bu bile yarışta önde olması için yeterli)
Seyirciden ve eleştirmenlerden büyük beğeni topladı.
Küçük bütçesine rağmen yarattığı bu sükse şüphesiz yılın en etkileyici başarısı.
Senaryo Oscar'ı kesin gibi.
Dezavantajlar:
Aldığı adaylıklar çok az.
Yönetmenleri aday değil. (En son yönetmeni aday olmadan büyük ödülü kapan film yanılmıyorsam "Driving Miss Daisy"ydi)
"Şirin şeker, ama o kadar da değil" görüşü Hollywood'da sıkça dillendiriliyor.
"Letters from Iwo Jima"
Avantajları:
Clint Eastwood + Steven Spielberg
Eleştirmenlerin not ortalaması alındığında yılın en beğenilen 3 filminden birisi.
Çok az kişi tarafından izlenmesine rağmen ana dallarda aday olmayı başardı.
Akademi'nin önemseyeceği duygusallık, etkileyicilik ve o büyük sinema duygusu bunda var. Üstelik politik mesaj açısından Babel'den daha baskın.
Dezavantajları:
Yabancı dilde hiçbir film daha önce "En iyi Film" Oscar'ını almadı.
Çok az dalda aday olmayı başarabildi. (Üstelik yönetmen ve senaryo kategorilerini başkaları parsellemiş durumda)
Halihazırda Eastwood'un 4, Spielberg'ün 3 Oscar'ı var.
"The Queen"
Avantajlar:
Hollywood'un nabzını tutanlar belirli bir nefret kitlesi barındırmayan tek filmin bu olduğunu söylüyorlar.
Eski moda, Akademi'nin büyük bir zevkle izleyeceği türe bir film.
Helen Mirren. ve beeelki şansı yaver giderse bir senaryo Oscar'ı ihtimali var.
Eleştirmenlerin not ortalaması alındığında yılın en beğenilen 3 filminden birisi.
Aldığı beklenmeyen (kostüm ve müzik) adaylıkları Akademi içinde taraftarının oldukça fazla olduğunu gösteriyor.
Dezavantajlar:
Helen Mirren. (Çok ön plandaydı ve film cidden arada kaynadı.)
Fazla küçük??? Bu bir dezavantaj mı bilemeyeceğim.
(gördüğünüz gibi "The Queen"e dezavantaj bulmakta bile kasıyorum)
Kişisel görüşüm:
Yarış dediğim gibi "The Departed" ve "Babel" arasında. Bu yüzden ikisinin arasında bir seçim yapmam gerek gibi hissediyorum. Gerçekçi davranayım. Kurgu ve orjinal senaryoda Babel gerçekten de çok şanslı. (Ne tesadüf geçen sene Crash de sadece bu ödülleri almıştı)
Neyse, bence "Letters..." ve "The Queen" bir gömlek daha üstün olmasına rağmen, burada "The Departed" yarattığı etki açısından hakediyor. Çünkü Oscar niyetiyle yapılmamış olmasına rağmen bu kadar iddialı bir konuma ulaşması bile son derece büyük bir başarıdır. (Aynı şey LMS için de geçerli)
"Little Miss Sunshine" ise insanlara sempatik geldi ama burada işleri bence zor.
Neyse uzatmayayım bence "The Departed" burada ödülü götürür ama şunu söyleyeyim "Babel" dışında hangisi kazanırsa kazansın sevinirim.
and the Oscar goes to... MARTY!!!
En iyi Yönetmen: Martin Scorsese
Üzerinde konuşmak bile anlamsız. Oy pusulasında Helen Mirren'ın kategorisinden daha dokunulmazlığı olan bir bölüm varsa o da yönetmen kategorisi.
Hakeden: Martin Scorsese
İki yüzlülük yaptığımı düşünmeyin. Elbette Paul Greengrass & Clint Eastwood'un çıkardıkları işi daha çok beğendim. Ama artık Marty'ye Oscar'ını versinler gerçekten. "Raging Bull" ve "Goodfellas"la zaten 2 tane vermiş olmaları gerekiyordu çoktan. "Gangs of New York"ta gerçekten kazanma şansı vardı. Ve bence yine hakediyordu. O sene Harvey Weinstein'ın gerzekçe planlanmış agresif reklam kampanyası tepki çekmeseydi film o büyük hüsranı yaşamayacaktı ve şu anda Scorsese'nin 2. Oscar şansı için konuşuyor olacaktık.
"The Aviator"a gelince... kalburüstü bulsam da o filmle kesinlikle haketmiyordu ve asıl o sene verselerdi sadaka gibi gözükecekti. Ama şu anda durum öyle değil. Elbette şimdiye kadar ödülü kazanamamış olmasının etkisi var ama kabul edelim "The Departed"a halk bayıldı, eleştirmenler de çok sevdi. Pek çok kişi "Marty geri döndü" gibi bir ilüzyon içinde yarışıyor. (Nereye gitmişti ki?) Scorsese çok sevdiğim bir yönetmendir. Vasat bulduğum filmleri de vardır aşık olduklarım da. Bu film iki tarafa da ait değil ama olumlu yöne daha yakın kesinlikle. Dediğim gibi bu Oscar sadece acıma ödülü olmayacak. Yılın en çok konuşulan ve takdir edilen filmlerinden birini yapmanın ve herşeyden önce sinefilliğini en önde tutan bir yönetmenin bu tavrının ödülü olacak. Ve eminim gecenin de en güzel konuşmalarından birisi olacak.
Kimin Hakkı Yendi?: Alfonso Cuaron
Paul Greengrass'a ne kadar sevindiysem, Cuaron'un bu mükemmel filmle atlanmasına da o kadar üzüldüm. Şaşırtıcı değildi elbette ama yılın en iyi yönetmen performansları içinde ilk beşte olması gerekiyordu. "Children of Men" herşeyinden önce yönetmeniyle hatırlanacak ve takdir edilecek bir film.
Üzerinde konuşmak bile anlamsız. Oy pusulasında Helen Mirren'ın kategorisinden daha dokunulmazlığı olan bir bölüm varsa o da yönetmen kategorisi.
Hakeden: Martin Scorsese
İki yüzlülük yaptığımı düşünmeyin. Elbette Paul Greengrass & Clint Eastwood'un çıkardıkları işi daha çok beğendim. Ama artık Marty'ye Oscar'ını versinler gerçekten. "Raging Bull" ve "Goodfellas"la zaten 2 tane vermiş olmaları gerekiyordu çoktan. "Gangs of New York"ta gerçekten kazanma şansı vardı. Ve bence yine hakediyordu. O sene Harvey Weinstein'ın gerzekçe planlanmış agresif reklam kampanyası tepki çekmeseydi film o büyük hüsranı yaşamayacaktı ve şu anda Scorsese'nin 2. Oscar şansı için konuşuyor olacaktık.
"The Aviator"a gelince... kalburüstü bulsam da o filmle kesinlikle haketmiyordu ve asıl o sene verselerdi sadaka gibi gözükecekti. Ama şu anda durum öyle değil. Elbette şimdiye kadar ödülü kazanamamış olmasının etkisi var ama kabul edelim "The Departed"a halk bayıldı, eleştirmenler de çok sevdi. Pek çok kişi "Marty geri döndü" gibi bir ilüzyon içinde yarışıyor. (Nereye gitmişti ki?) Scorsese çok sevdiğim bir yönetmendir. Vasat bulduğum filmleri de vardır aşık olduklarım da. Bu film iki tarafa da ait değil ama olumlu yöne daha yakın kesinlikle. Dediğim gibi bu Oscar sadece acıma ödülü olmayacak. Yılın en çok konuşulan ve takdir edilen filmlerinden birini yapmanın ve herşeyden önce sinefilliğini en önde tutan bir yönetmenin bu tavrının ödülü olacak. Ve eminim gecenin de en güzel konuşmalarından birisi olacak.
Kimin Hakkı Yendi?: Alfonso Cuaron
Paul Greengrass'a ne kadar sevindiysem, Cuaron'un bu mükemmel filmle atlanmasına da o kadar üzüldüm. Şaşırtıcı değildi elbette ama yılın en iyi yönetmen performansları içinde ilk beşte olması gerekiyordu. "Children of Men" herşeyinden önce yönetmeniyle hatırlanacak ve takdir edilecek bir film.
Senaryo: "sarı minibüs ve sıçanlar!"
Uyarlama Senaryo: The Departed
Herşeyden önce "Notes on a Scandal"ı seyretmedim diyerek başlayayım. Her ne kadar Patrick Marber övgüler alsa da, filmin senaryodan çok oyuncularla ön plana çıktığı söyleniyordu. Burada da şansı yok. "Children of Men" ve "Little Children" gibi iki başarılı uyarlamanın ise maalesef şansı yok. (Yine de sürpris yapabilecekler listesine "Little Children"ı almanızı öneririm) Borat'a gelince. Evet Amerikalılar çok sevdi ama onlar bile filmin senaryoda çok performansa dayalı bir başarı olduğunda hemfikirler. Açıkçası hayranlık boyutunu o kadar da abartmazlar gibi geliyor bana...
"The Departed"a gelince. William Monahan (orjinal filmi de izlediğim için çok rahat konuşuyorum) gayet sağlam bir uyarlama işinin altından kalmış durumda. İrlandalı mafya üyeleri, Boston karakterlere direk oturtulmuş ve Infernal Affairs'in en can alıcı twistleri aynen korunmuş. Şahsen bir remake yapılacaksa böyle yapılmalı diyorum. Zira iyi veya kötü kendi ruhuna sahip bir film çıkmış ortaya. Ayrıca yeni favori yazarları da olabilir. Bir 'hoşgeldin' heykelciği anlamında aynı zamanda.
Hakeden: Little Children
Kitabı da olağanüstü başarılı ama Tom Perrotta ile birlikte Todd Field'ın yaptığı işi kitabın her sayfasını çevirdiğimde daha da takdir ediyorum. Bu senenin kayıtsız şartsız en iyi uyarlama senaryosu buydu. Yazık oldu.
Kimin hakkı yendi?: Casino Royale
Hiç de şaka yapmıyorum. Borat yerine gayet aday olabilirdi. Seriye yeni bir dinamik getirdi. 20 küsür yıldır artık küflenmiş bir karakteri küllerinden doğurdu ve herşeyden önce bu senenin de en başarılı aksiyonuydu ve bunu herşeyden önce akıllıca yazılmış senaryosuna borçluydu. Eleştirmenlerden BAFTA'ya kadar takdir edildiği tonlarca saygın kuruluş da vardı. Ama hadi canım sende diyorsanız. O zaman size bu senenin en zeki filmlerinden "Thank You for Smoking" derim. "A Scanner Darkly" ve "Tristram Shandy" gibi akademi radarından uzak uyarlamalardan bahsetmiyorum bile. Bu saydığım filmler yukarıdaki sıkıcı listeye inanılmaz bir dinamizm eklerdi.
Orjinal Senaryo: Little Miss Sunshine
Herkes bayılıyor. WGA ödülünü kaptı bile. Ve şu anda 'en iyi film' yarışında bile çok iddialı. Başka bir nedene ihtiyaç var mı? "Babel" burada ciddi sıkıştırabilir. Guillermo Arriaga herkes tarafından saygı gören bir senarist. Her ne kadar en iyi işi olmasa bile beeelki böyle bir sonuçla karşılaşabilir. Diğer yandan "The Queen" de yabana atılamaz. "Little Miss Sunshine"ın çok fazla abartıldığını düşünenler çıktıysa oylar belki de oraya kaymıştır. Çok iyi olmalarına rağmen "Letters from Iwo Jima" & "Pan's Labyrinth"in de şansı yok bence. Ama sürprizlere açık olmak lazım. Zira ikisi de WGA'de aday değildi. Belki Akademi'den fazla sevgi alırlar.
Hakeden: The Queen.
Bu yılın orjinal ya da uyarlama en iyi senaryosu. Bu kadar basit. Bir b.ktan anlamaz HFPA bile bu dalda Altın Küre'yi layık görmüşken bu insanların LMS'in şirinliğine kendilerini kaptırmalarını anlayamıyorum. Peter Morgan bu senenin yıldız senaristi umarım haksız çıkarım ve hakeden kazanır.
Kimin hakkı yendi?: Half Nelson
Katman katman birinci sınıf bir ilk senaryoydu. Ancak Think Film küçük bir şirket ve Ryan Gosling'i bile adayların arasına zar zor sokabildi. Yine de senaristlerden bu cesur hamle gelseydi güzel olurdu. Aklıma gelen bir başka film ise "Stranger than Fiction". Ama o kadar uykuları kaçıracak derece değildi.
Herşeyden önce "Notes on a Scandal"ı seyretmedim diyerek başlayayım. Her ne kadar Patrick Marber övgüler alsa da, filmin senaryodan çok oyuncularla ön plana çıktığı söyleniyordu. Burada da şansı yok. "Children of Men" ve "Little Children" gibi iki başarılı uyarlamanın ise maalesef şansı yok. (Yine de sürpris yapabilecekler listesine "Little Children"ı almanızı öneririm) Borat'a gelince. Evet Amerikalılar çok sevdi ama onlar bile filmin senaryoda çok performansa dayalı bir başarı olduğunda hemfikirler. Açıkçası hayranlık boyutunu o kadar da abartmazlar gibi geliyor bana...
"The Departed"a gelince. William Monahan (orjinal filmi de izlediğim için çok rahat konuşuyorum) gayet sağlam bir uyarlama işinin altından kalmış durumda. İrlandalı mafya üyeleri, Boston karakterlere direk oturtulmuş ve Infernal Affairs'in en can alıcı twistleri aynen korunmuş. Şahsen bir remake yapılacaksa böyle yapılmalı diyorum. Zira iyi veya kötü kendi ruhuna sahip bir film çıkmış ortaya. Ayrıca yeni favori yazarları da olabilir. Bir 'hoşgeldin' heykelciği anlamında aynı zamanda.
Hakeden: Little Children
Kitabı da olağanüstü başarılı ama Tom Perrotta ile birlikte Todd Field'ın yaptığı işi kitabın her sayfasını çevirdiğimde daha da takdir ediyorum. Bu senenin kayıtsız şartsız en iyi uyarlama senaryosu buydu. Yazık oldu.
Kimin hakkı yendi?: Casino Royale
Hiç de şaka yapmıyorum. Borat yerine gayet aday olabilirdi. Seriye yeni bir dinamik getirdi. 20 küsür yıldır artık küflenmiş bir karakteri küllerinden doğurdu ve herşeyden önce bu senenin de en başarılı aksiyonuydu ve bunu herşeyden önce akıllıca yazılmış senaryosuna borçluydu. Eleştirmenlerden BAFTA'ya kadar takdir edildiği tonlarca saygın kuruluş da vardı. Ama hadi canım sende diyorsanız. O zaman size bu senenin en zeki filmlerinden "Thank You for Smoking" derim. "A Scanner Darkly" ve "Tristram Shandy" gibi akademi radarından uzak uyarlamalardan bahsetmiyorum bile. Bu saydığım filmler yukarıdaki sıkıcı listeye inanılmaz bir dinamizm eklerdi.
Orjinal Senaryo: Little Miss Sunshine
Herkes bayılıyor. WGA ödülünü kaptı bile. Ve şu anda 'en iyi film' yarışında bile çok iddialı. Başka bir nedene ihtiyaç var mı? "Babel" burada ciddi sıkıştırabilir. Guillermo Arriaga herkes tarafından saygı gören bir senarist. Her ne kadar en iyi işi olmasa bile beeelki böyle bir sonuçla karşılaşabilir. Diğer yandan "The Queen" de yabana atılamaz. "Little Miss Sunshine"ın çok fazla abartıldığını düşünenler çıktıysa oylar belki de oraya kaymıştır. Çok iyi olmalarına rağmen "Letters from Iwo Jima" & "Pan's Labyrinth"in de şansı yok bence. Ama sürprizlere açık olmak lazım. Zira ikisi de WGA'de aday değildi. Belki Akademi'den fazla sevgi alırlar.
Hakeden: The Queen.
Bu yılın orjinal ya da uyarlama en iyi senaryosu. Bu kadar basit. Bir b.ktan anlamaz HFPA bile bu dalda Altın Küre'yi layık görmüşken bu insanların LMS'in şirinliğine kendilerini kaptırmalarını anlayamıyorum. Peter Morgan bu senenin yıldız senaristi umarım haksız çıkarım ve hakeden kazanır.
Kimin hakkı yendi?: Half Nelson
Katman katman birinci sınıf bir ilk senaryoydu. Ancak Think Film küçük bir şirket ve Ryan Gosling'i bile adayların arasına zar zor sokabildi. Yine de senaristlerden bu cesur hamle gelseydi güzel olurdu. Aklıma gelen bir başka film ise "Stranger than Fiction". Ama o kadar uykuları kaçıracak derece değildi.
Friday, February 23, 2007
Oyuncular... Ve Kraliçe tahta çıkar!
Bu sene oyuncu kategorileri hiç olmadığı kadar sıkıcı geçebilir. Oscar'larda ödüllerin kime gideceği konusudna fikir yürütmemizi sağlayan öncü ödüller bu sene neredeyse hep aynı kişileri seçti. O yüzden ben de aklımı kaçırmadığım için herkesin tahminlerini paylaşacağım. Ama Akademi kendisine ne yapacağının söylenmesinden hoşlanmadığını daha önce çok kez belirtti. (bkz. geçen sene Crash) O yüzden burada her an bir sürprizle karşılaşabiliriz.
Kadın Oyuncu: Helen Mirren (The Queen)
Helen Mirren şimdiye kadar hiçbir oyuncunun yapamadığı bir başarıya imza attı. Her türlü eleştirmen ödülleri, sektör ödülleri ne varsa topladı. Antipati toplamaması imkansız. Ama kimse dil uzatmaya yanaşamıyor. Çünkü gerçekten de çok güçlü. Kate Winslet hakkında zırlayanlara da dayanamıyorum. Kadın daha 30 yaşında ve zamanı gelecek. Ayrıca Little Children'a bayılmış birisi olarak da 'o kadar abartmamak lazım' derim. Ona sıra gelene kadar daha ne haksızlıklar var Akademi tarihinde. Mesela Helen Mirren olmasaydı benim tercihim Meryl Streep olurdu. Bu kadın 3. Oscar'ını çok daha önceden kazanması gerekiyordu. Neyse o da başka bir bahara inşallah. Penelope Cruz bu senenin en değerli performanslarından birini çıkardı ama aday olmak bile ona fazlasıyla yeter bence.
Hakeden: Helen Mirren
Eğri oturup doğru konuşalım. Erkek ya da kadın yılın en iyi performansı.
Kimin hakkı yendi?: Hiçkimsenin.
Annette Bening ve Cate Blanchett bu konuda pek çok kişinin listesine girebilir. Ama adaylık alan 5 bayandan hangisi listeden çıkarsa çıksın üzülürdüm. Bening'in doğru düzgün bir karakteri bile yoktu. Blanchett'in ise performansına bayılmama rağmen benzer bir iki boyutluluk onda da vardı. Mesela Julianne Moore'un "Far from Heaven"da yaptığını yapamıyordu. (Daha doğrusu senaryo ona izin vermiyordu)
Erkek Oyuncu: Forest Whitaker (The Last King of Scotland)
Whitaker da, Mirren kadar olmasın tek favori olacak derecede ödül topladı. Ama benim bu ödülle ilgili ciddi sorunlarım var. Last King of Scotland'la James McAvoy'un feci şekilde hakkının yendiğini düşünüyorum. Bence Whitaker kesinlikle yardımcı olmalıydı. Ama yine de Philip Seymour Hoffman misali geçmiş günahların hesabı da yapılıyor.
Eski hesaplar açılmışken Peter O'Toole'dan bahsetmek gerek. Ben Venus'ü baya beğendim. O'Toole'un performansı da bir o kadar güçlüydü. O dururken Whitaker'a oy vermelerini anlayamıyorum. Ki 8. adaylığı olması da O'Toole'a burada şans veriyor. Akademi ona birkaç yıl önce "Honorary Oscar" verdi ama daha önce yapmadıkları şey değil. (bkz. Paul Newman) Yine de o alırsa gerçekten güçlü bir performans sergilediğini söyleyeyim. Önceden dağıtılan ödüllerin hiçbirinin böyle bir borcu yoktu. Diğerlerinin ise hiç bir şansı yok bence. Ryan Gosling daha 26 yaşında. Will Smith'in bahtsızlığı her aday olduğunda başka bir siyahi aktöre kaptırması. Ama bir şikayeti olacağını sanmıyorum. Leo ise bu oy bölünmesi içinde aday olabildiğine şükretsin. O da yakın bir bahara inşallah.
Hakeden: Ryan Gosling (Half Nelson)
Elbette daha çok genç ama bu performans diğerlerine bin basar. Ancak film maalesef Gosling'i Erkek Oyuncu Oscar'ını alan en genç aktör ünvanına taşıyamayacak kadar küçük bir film.
Kimin Hakkı Yendi?: Leonardo DiCaprio (The Departed)
Maalesef yardımcı mı başrol mü tartışması burada şansını yedi. Neyse en azından diğer filmiyle aday olabildi. Blood Diamond'da da çok etkileyici bir iş çıkardı ama bence burada çok daha güçlüydü.
Yardımcı Kadın Oyuncu: Jennifer Hudson (Dreamgirls)
Cate Blanchett'i seyretmedim. Ama isterse en mükemmel performansı sergilesin yine de Blanchett daha 2 sene önce yardımcı kadın oyuncu Oscar'ını aldı. Şu anda onun statüsünde bir oyuncunun ikinci Oscar'ını başrol kategorisinde alması gerekiyor. Bu yazılmayan bir kural gibi. Bu kategori umut vaat eden bayanlara ilk heykelciğini verme ya da artık yaşını başını almış ve bir başrol bulamayacak oyunculara saygı niteliğinde ödülleri içerir genelde. Ve Blanchett iki kategoride de yer almıyor.
Abigail Breslin, burada ciddi bir sürpriz yapabilir. "Little Miss Sunshine" çok popüler ne de olsa. Babel kadınlarına ise şans vermiyorum. Onlar otursun oturdukları yerde. (İkisi de çok başarılıydı kabul ediyorum.. ama kılım işte.)
Hakeden: Jennifer Hudson (Dreamgirls)
Bu sene onun yılı. Oprah'yı arkasına aldı bile. Sadece bu inanılmaz ilgi ve çılgınlık değil, Hudson filmde gerçekten de çok güçlü. Ve aslında başrole kayabilecek bir rolün kaymağını yiyor. Ama filmde Hudson dışında başka kim vardı? Belki Murphy o kadar. Sonuçta "Dreamgirls" dangalaklığına katlanmanızın tek nedeni Effie karakteriydi ve Hudson da ona ciddi bir güç kazandırıyordu. Hiç oyunculuk eğitimi olmamasına rağmen filmde gösterdiği başarı inanılmaz. Umarım sonu Queen Latifah'ya benzemez.
Kimin Hakkı yendi?: Shareeka Epps (Half Nelson)
Bir başka yeni yeteneğimiz. İnci gibi bir performans. Bence bu senenin en iyisiydi ama maalesef Oscar öncesinde yeterince ilgi görmedi. Gerçekten büyük haksızlık ama aday olsaydı da kategori çoluk çocuk kaynayacaktı. Yine de bu yılın en umut veren oyuncusu.
Yardımcı Erkek Oyuncu: Eddie Murphy (Dreamgirls)
Eddie Murphy, geri döndü. Nereye gitmişti ki? Son yıllarda karşımıza aptalca filmlerle çıkan adam değil mi bu? Yine de hakkını yemeyeyim Hudson'dan sonra filmin tek çekilir yanı oydu. Ancak oyuncu kategorilerinde en sallanan taht onunki. Burası sürprize açık bir kategori. Jackie Earl Haley maalesef buzz'ın devamını getiremedi. Djimon Honsou'nun şansı sıfırın altında. Zaten adamın 'üçüncü dünyadanım ama boynum dik' tiplemelerinden de gına geldi. Mark Wahlberg şok edici bir sürpriz yapabilir ama en olası sürpriz Little Miss Sunshine'la Alan Arkin.
Hakeden: Alan Arkin (Little Miss Sunshine)
"Comeback" terimi sadece Eddie Murphy için geçerli değil aslında. Haley de Wahlberg de bu kategoride sayılabilir. Ayrıca Alan Arkin geri dönmedi mi yani? 50'lerden beri oyunculuk yapan Arkin'in 60'larda 2 Oscar adaylığı var. Alan Arkin ayrıca filme çok şey katıyordu ve inanılmaz bir çekiciliği vardı karakterinin. Dediğim gibi burada Arkin sürprizi bekleyin.
Kimin hakkı yendi?: Kazunari Ninomiya (Letters from Iwo Jima)
Mükemmeldi. Filmin can damarı Watanabe'de değil ondaydı. Bunun yanında "The Queen"le Michael Sheen Bu senenin güçlü performanslarından biriydi. Bunun yanında Little Miss Sunshine'dan Steve Carrell de gayet bu listeye girebilirdi. Henüz izlemedim ama insanlar Hollywoodland'de Ben Affleck'in performansının da bu senenin en iyilerinden olduğunu söylüyorlar.
Kadın Oyuncu: Helen Mirren (The Queen)
Helen Mirren şimdiye kadar hiçbir oyuncunun yapamadığı bir başarıya imza attı. Her türlü eleştirmen ödülleri, sektör ödülleri ne varsa topladı. Antipati toplamaması imkansız. Ama kimse dil uzatmaya yanaşamıyor. Çünkü gerçekten de çok güçlü. Kate Winslet hakkında zırlayanlara da dayanamıyorum. Kadın daha 30 yaşında ve zamanı gelecek. Ayrıca Little Children'a bayılmış birisi olarak da 'o kadar abartmamak lazım' derim. Ona sıra gelene kadar daha ne haksızlıklar var Akademi tarihinde. Mesela Helen Mirren olmasaydı benim tercihim Meryl Streep olurdu. Bu kadın 3. Oscar'ını çok daha önceden kazanması gerekiyordu. Neyse o da başka bir bahara inşallah. Penelope Cruz bu senenin en değerli performanslarından birini çıkardı ama aday olmak bile ona fazlasıyla yeter bence.
Hakeden: Helen Mirren
Eğri oturup doğru konuşalım. Erkek ya da kadın yılın en iyi performansı.
Kimin hakkı yendi?: Hiçkimsenin.
Annette Bening ve Cate Blanchett bu konuda pek çok kişinin listesine girebilir. Ama adaylık alan 5 bayandan hangisi listeden çıkarsa çıksın üzülürdüm. Bening'in doğru düzgün bir karakteri bile yoktu. Blanchett'in ise performansına bayılmama rağmen benzer bir iki boyutluluk onda da vardı. Mesela Julianne Moore'un "Far from Heaven"da yaptığını yapamıyordu. (Daha doğrusu senaryo ona izin vermiyordu)
Erkek Oyuncu: Forest Whitaker (The Last King of Scotland)
Whitaker da, Mirren kadar olmasın tek favori olacak derecede ödül topladı. Ama benim bu ödülle ilgili ciddi sorunlarım var. Last King of Scotland'la James McAvoy'un feci şekilde hakkının yendiğini düşünüyorum. Bence Whitaker kesinlikle yardımcı olmalıydı. Ama yine de Philip Seymour Hoffman misali geçmiş günahların hesabı da yapılıyor.
Eski hesaplar açılmışken Peter O'Toole'dan bahsetmek gerek. Ben Venus'ü baya beğendim. O'Toole'un performansı da bir o kadar güçlüydü. O dururken Whitaker'a oy vermelerini anlayamıyorum. Ki 8. adaylığı olması da O'Toole'a burada şans veriyor. Akademi ona birkaç yıl önce "Honorary Oscar" verdi ama daha önce yapmadıkları şey değil. (bkz. Paul Newman) Yine de o alırsa gerçekten güçlü bir performans sergilediğini söyleyeyim. Önceden dağıtılan ödüllerin hiçbirinin böyle bir borcu yoktu. Diğerlerinin ise hiç bir şansı yok bence. Ryan Gosling daha 26 yaşında. Will Smith'in bahtsızlığı her aday olduğunda başka bir siyahi aktöre kaptırması. Ama bir şikayeti olacağını sanmıyorum. Leo ise bu oy bölünmesi içinde aday olabildiğine şükretsin. O da yakın bir bahara inşallah.
Hakeden: Ryan Gosling (Half Nelson)
Elbette daha çok genç ama bu performans diğerlerine bin basar. Ancak film maalesef Gosling'i Erkek Oyuncu Oscar'ını alan en genç aktör ünvanına taşıyamayacak kadar küçük bir film.
Kimin Hakkı Yendi?: Leonardo DiCaprio (The Departed)
Maalesef yardımcı mı başrol mü tartışması burada şansını yedi. Neyse en azından diğer filmiyle aday olabildi. Blood Diamond'da da çok etkileyici bir iş çıkardı ama bence burada çok daha güçlüydü.
Yardımcı Kadın Oyuncu: Jennifer Hudson (Dreamgirls)
Cate Blanchett'i seyretmedim. Ama isterse en mükemmel performansı sergilesin yine de Blanchett daha 2 sene önce yardımcı kadın oyuncu Oscar'ını aldı. Şu anda onun statüsünde bir oyuncunun ikinci Oscar'ını başrol kategorisinde alması gerekiyor. Bu yazılmayan bir kural gibi. Bu kategori umut vaat eden bayanlara ilk heykelciğini verme ya da artık yaşını başını almış ve bir başrol bulamayacak oyunculara saygı niteliğinde ödülleri içerir genelde. Ve Blanchett iki kategoride de yer almıyor.
Abigail Breslin, burada ciddi bir sürpriz yapabilir. "Little Miss Sunshine" çok popüler ne de olsa. Babel kadınlarına ise şans vermiyorum. Onlar otursun oturdukları yerde. (İkisi de çok başarılıydı kabul ediyorum.. ama kılım işte.)
Hakeden: Jennifer Hudson (Dreamgirls)
Bu sene onun yılı. Oprah'yı arkasına aldı bile. Sadece bu inanılmaz ilgi ve çılgınlık değil, Hudson filmde gerçekten de çok güçlü. Ve aslında başrole kayabilecek bir rolün kaymağını yiyor. Ama filmde Hudson dışında başka kim vardı? Belki Murphy o kadar. Sonuçta "Dreamgirls" dangalaklığına katlanmanızın tek nedeni Effie karakteriydi ve Hudson da ona ciddi bir güç kazandırıyordu. Hiç oyunculuk eğitimi olmamasına rağmen filmde gösterdiği başarı inanılmaz. Umarım sonu Queen Latifah'ya benzemez.
Kimin Hakkı yendi?: Shareeka Epps (Half Nelson)
Bir başka yeni yeteneğimiz. İnci gibi bir performans. Bence bu senenin en iyisiydi ama maalesef Oscar öncesinde yeterince ilgi görmedi. Gerçekten büyük haksızlık ama aday olsaydı da kategori çoluk çocuk kaynayacaktı. Yine de bu yılın en umut veren oyuncusu.
Yardımcı Erkek Oyuncu: Eddie Murphy (Dreamgirls)
Eddie Murphy, geri döndü. Nereye gitmişti ki? Son yıllarda karşımıza aptalca filmlerle çıkan adam değil mi bu? Yine de hakkını yemeyeyim Hudson'dan sonra filmin tek çekilir yanı oydu. Ancak oyuncu kategorilerinde en sallanan taht onunki. Burası sürprize açık bir kategori. Jackie Earl Haley maalesef buzz'ın devamını getiremedi. Djimon Honsou'nun şansı sıfırın altında. Zaten adamın 'üçüncü dünyadanım ama boynum dik' tiplemelerinden de gına geldi. Mark Wahlberg şok edici bir sürpriz yapabilir ama en olası sürpriz Little Miss Sunshine'la Alan Arkin.
Hakeden: Alan Arkin (Little Miss Sunshine)
"Comeback" terimi sadece Eddie Murphy için geçerli değil aslında. Haley de Wahlberg de bu kategoride sayılabilir. Ayrıca Alan Arkin geri dönmedi mi yani? 50'lerden beri oyunculuk yapan Arkin'in 60'larda 2 Oscar adaylığı var. Alan Arkin ayrıca filme çok şey katıyordu ve inanılmaz bir çekiciliği vardı karakterinin. Dediğim gibi burada Arkin sürprizi bekleyin.
Kimin hakkı yendi?: Kazunari Ninomiya (Letters from Iwo Jima)
Mükemmeldi. Filmin can damarı Watanabe'de değil ondaydı. Bunun yanında "The Queen"le Michael Sheen Bu senenin güçlü performanslarından biriydi. Bunun yanında Little Miss Sunshine'dan Steve Carrell de gayet bu listeye girebilirdi. Henüz izlemedim ama insanlar Hollywoodland'de Ben Affleck'in performansının da bu senenin en iyilerinden olduğunu söylüyorlar.
Özel Ödüller: Pan'ın labirentinde...
Orjinal Müzik: The Queen
Bu kategoride genel favori "The Queen" aslında. Ki benim de en beğendiğim müzik çalışması oydu. Aslında filmi izlerken sağlam bir atmosfer yaratmasına rağmen arka fonda kalması adaylık alamayacağını düşünmeme neden olmuştu. Adaylığına ayrıca sevindim. Zaten Alexandre Desplat da bu aralar popüler. İkinci favorim ise "Pan's Labyrinth". Aslında sadece müziklere bakıp düşündüğümüz zaman en kazanabilir olan da o. Çünkü içlerinde en akılda kalıcı melodiye odaklanan ve öykünün geneliyle de bir iletişim kurabilen bir yapıya sahip. Babel çok güçlü diyenler var. Onlara söyleyeceğim tek şey. Bu Gustavo Santaolalla'nın ikinci adaylığı ve ilk adaylığı ise geçen sene Brokeback Mountain'laydı ve onu da kazandı. Hiç sanmıyorum.
Bu etkileyici müziklerin yanında "The Good German"la Thomas Newman'ın 9. adaylığı ve henüz Oscar'ı yok. Ama filmi çok az kişi izlemiştir ve müzik çalışması çok başarılı olmasına rağmen diğerlerindeki gibi bir yakalama özelliği yok. Sadece döneme ve öyküye enfes biçimde hizmet ediyor o kadar. "Notes on a Scandal"ı izlemedim ama müziklerini dinledim. Klasik bir Philip Glass çalışması ancak bu saygıdeğer müzisyenin 3 adaylığı olmasına rağmen henüz bir Oscar'ı yok. Bence oy pusulasında Glass'ın ismini görenlerin aklı direk ona gidebilir. Ama Pan ya da Queen daha iddialı. Kazanırlarsa da çok sevineceğim. Newman kazanırsa ayrı bir seveceğim. Çünkü kendisi beğendiğim bestecilerden. Babel kazanırsa da büyük ihtimalle gecenin sonundaki kaçınılmaz sürprize doğru küfürler savurmaya başlayacağım.
Orjinal Şarkı: Listen (Dreamgirls)
Şu kadarını biliyorum Dreamgirls burada ödül alamazsa çok komik olacak. Benim filmdeki şarkılardan en sevdiğim parça bu. "Love you I do" fazla şirin. "Patience" ise fazla gözüne sokulan 'mesaj veriyorum dinleyin' şarkılarından. Gerçi "An Inconvenient Truth"un "I need to Wake Up"ı burada ciddi bir sürpriz yapabilir, hazırlıklı olun. Çünkü şarkı filmin etkisi altında kaldığınız sürece ve trivia bilgilerin yazıları geçerken çalıyor ve etkisi de iki katına çıkıyor. Aslında hakeden de o bence. "Cars"ın soundtrack'inde çok başarılı şarkılar var. Country müziği de çok severim ama "Our Town" çok bayık bir şarkı.
Kimin hakkı yendi?: You Know My Name (Casino Royale)
Duh! Yılın en iyi şarkısı. Eminem & Three 6 Mafia'ya ödül verdiklerinde artık Akademi kalıplarını kırıyor mu acaba diye düşünmüştük. Rap & Hip Hop'u kabullenmiş olabilirler ama daha Rock'ı kaldıramıyorlar demek ki.
Animasyon (Uzun Metraj): Cars
Hakeden film de bu. "Happy Feet" çok zorlayacak gibi gözüküyordu ama baya puan kaybetti. Çok da iyi oldu. Dağınık senaryosu ve kötü müzikleriyle alırsa çok sinirleneceğim. Tabii sırf 'küresel ısınma' mesajı vermek adına gidebilir. "Monster House" ise benim için yılın sürpriziydi. 3D Capture tekniğinin 2. temsilcisi. Bu tekniğe henüz alışamadım ama filmin zeki ve eğlenceli senaryosuna bayıldım. "Cars"a gelince... diğer Pixar'ların yanında daha sönük belki ve muhafazakar bir senaryosu var ama olsun. Yine de çok sağlam. Hem teknik hem de dramatik yapı açısından. Ayrıca Pixar'ın yaratıcısı olan John Lassetter'ın bu kategoride bir Oscar'ı bulunmuyor.
Kimin Hakkı Yendi?: A Scanner Darkly
Şaşırdım mı ? Hayır elbette şaşırmadım. Akademi henüz o kadar büyüyemedi. Bu senenin en iyi filmlerindendi.
Belgesel (Uzun Metraj): An Inconvenient Truth
Bu kategoriden üçünün seyredebildim. İçlerinde en beğendiğim ise "Jesus Camp" oldu. Diğer yandan "My Country, My Country"nin de oldukça sağlam bir yapıya sahip izlenilmesi gereken bir belgesel olduğunu düşünüyorum. İkisine de benden koca bir alkış.
"Deliver Us from Evil" & "Iraq in Fragments" ise oldukça övülen belgeseller ve izlemek için sabırsızlanıyorum. (Festival programında yer alacaklar) Özellikle "Deliver.."ın yönetmen ve senarist birliklerinden belgesel kategorisinde ödülle döndüğünü söyleyeyim.
Belki de objektif olarak baktığımız zaman "An Inconvenient Truth" içlerinde en basit ve zayıf yapıya sahip belgesel. Ama içeriğinin önemi burada onu yıldız yapıyor. Hollywood bu konuda mesaj verme fırsatını kaçırmak istemeyecektir. Ayrıca ödülü yönetmen alacak olsa da Al Gore'un sahneye çıkıp gündeme damgasını vuracak bir konuşma yapma olasılığı da var. Hem seçimler de geliyor. Belki ilginç bir konuşmayla karşılaşabiliriz.
Kimin hakkı yendi?: İzlemedim ama "Wordplay" ve "Dixie Chicks" belgeselleri çok övülüyor. Aklınızda bulunsun rastlarsanız kaçırmayın.
Kısalara gelince... çok azını seyredebildim. Live Action'larda "West Bank Story"den izleyen nerdeyse herkes nefret ediyor ama Filistin-İsrail ilişkisine getirdiği bakış açısıyla bu ödülü alabileceği söyleniyor. Animasyonlarda Maestro'ya bayıldım. (youtube'da var) "Little Matchgirl" ise duygusal oyları toplayabilir. (Çok şık olduğunu da söylemek isterim)
Yabancı Dilde En iyi Film: Pan's Labyrinth
Pan'ın klasik Amelie vakası olacağı söyleniyor. Bu kadar popülariteden sonra ters tepki oyları gelebilir. Ama Amelie olayında beklenmeyen bir filme gitmişti. Şimdi herkes "Lives of Others" beklerken o sonucun sürprizlik bir yanı kalmayacak zaten. O yüzden sürpriz olursa "Indigenes"ten bekleyin derim. Bana özellikle 'büyük perdede izlenecek film' yorumu yapıldı ve akademi de böyle filmleri sever. Henüz izleyemedim ama bu sempatik film onlara çok uygun geliyor. "Lives of Others"ı gayet beğendim (son dönem diğer Alman temsilcileri gibi) ama özellikle sarkan sonuyla beni baydı ve genel anlamda da filmin abartıldığını düşünüyorum. Kanada'nın filmi "Water"ı hala izleyemedim ama sonuçlarda bir farklılık yaratacağını sanmıyorum. "After the Wedding"i ise çok sevdim gerçekten ama pek şansı olduğunu düşünmüyorum.
Pan'a gelince bu senenin kategorilerin üstünde en iyi filmlerinden birisi yani. Şimdiden iki kere seyrettim ve eminim her izleyişimde daha da çok beğeneceğim. Enfes bir çalışma. Guillermo Del Toro'ya en derin saygılar. :p
Kimin Hakkı Yendi?: Volver
Ya aslında çok da hakkının yendiğini düşünmüyorum. Ama yine de burada bahsetmek istedim. "Volver" gerçekten çok iyi bir film ama halihazırda 2 Oscar'ı olan Pedro Almodovar'ın artık bu kategoriyi parsellememesi gerektiğini ve İspanya'nın da başka yönetmenlerin filmlerini göndermesi gerektiğini düşünüyorum. (Ki bence Akademi de öyle düşündü) Sonuçta Almodovar'ın filmleri bu kategoride yer almasa bile Amerika'da dikkat çeken ve illa ki beğenilen çalışmalar oluyor. O yüzden aslında bu gayet isabetli bir karar olmuş. "Volver" listeye girseydi belki de "After the Wedding" gibi bir filmi duymayacaktık bile.
Bu kategoride genel favori "The Queen" aslında. Ki benim de en beğendiğim müzik çalışması oydu. Aslında filmi izlerken sağlam bir atmosfer yaratmasına rağmen arka fonda kalması adaylık alamayacağını düşünmeme neden olmuştu. Adaylığına ayrıca sevindim. Zaten Alexandre Desplat da bu aralar popüler. İkinci favorim ise "Pan's Labyrinth". Aslında sadece müziklere bakıp düşündüğümüz zaman en kazanabilir olan da o. Çünkü içlerinde en akılda kalıcı melodiye odaklanan ve öykünün geneliyle de bir iletişim kurabilen bir yapıya sahip. Babel çok güçlü diyenler var. Onlara söyleyeceğim tek şey. Bu Gustavo Santaolalla'nın ikinci adaylığı ve ilk adaylığı ise geçen sene Brokeback Mountain'laydı ve onu da kazandı. Hiç sanmıyorum.
Bu etkileyici müziklerin yanında "The Good German"la Thomas Newman'ın 9. adaylığı ve henüz Oscar'ı yok. Ama filmi çok az kişi izlemiştir ve müzik çalışması çok başarılı olmasına rağmen diğerlerindeki gibi bir yakalama özelliği yok. Sadece döneme ve öyküye enfes biçimde hizmet ediyor o kadar. "Notes on a Scandal"ı izlemedim ama müziklerini dinledim. Klasik bir Philip Glass çalışması ancak bu saygıdeğer müzisyenin 3 adaylığı olmasına rağmen henüz bir Oscar'ı yok. Bence oy pusulasında Glass'ın ismini görenlerin aklı direk ona gidebilir. Ama Pan ya da Queen daha iddialı. Kazanırlarsa da çok sevineceğim. Newman kazanırsa ayrı bir seveceğim. Çünkü kendisi beğendiğim bestecilerden. Babel kazanırsa da büyük ihtimalle gecenin sonundaki kaçınılmaz sürprize doğru küfürler savurmaya başlayacağım.
Orjinal Şarkı: Listen (Dreamgirls)
Şu kadarını biliyorum Dreamgirls burada ödül alamazsa çok komik olacak. Benim filmdeki şarkılardan en sevdiğim parça bu. "Love you I do" fazla şirin. "Patience" ise fazla gözüne sokulan 'mesaj veriyorum dinleyin' şarkılarından. Gerçi "An Inconvenient Truth"un "I need to Wake Up"ı burada ciddi bir sürpriz yapabilir, hazırlıklı olun. Çünkü şarkı filmin etkisi altında kaldığınız sürece ve trivia bilgilerin yazıları geçerken çalıyor ve etkisi de iki katına çıkıyor. Aslında hakeden de o bence. "Cars"ın soundtrack'inde çok başarılı şarkılar var. Country müziği de çok severim ama "Our Town" çok bayık bir şarkı.
Kimin hakkı yendi?: You Know My Name (Casino Royale)
Duh! Yılın en iyi şarkısı. Eminem & Three 6 Mafia'ya ödül verdiklerinde artık Akademi kalıplarını kırıyor mu acaba diye düşünmüştük. Rap & Hip Hop'u kabullenmiş olabilirler ama daha Rock'ı kaldıramıyorlar demek ki.
Animasyon (Uzun Metraj): Cars
Hakeden film de bu. "Happy Feet" çok zorlayacak gibi gözüküyordu ama baya puan kaybetti. Çok da iyi oldu. Dağınık senaryosu ve kötü müzikleriyle alırsa çok sinirleneceğim. Tabii sırf 'küresel ısınma' mesajı vermek adına gidebilir. "Monster House" ise benim için yılın sürpriziydi. 3D Capture tekniğinin 2. temsilcisi. Bu tekniğe henüz alışamadım ama filmin zeki ve eğlenceli senaryosuna bayıldım. "Cars"a gelince... diğer Pixar'ların yanında daha sönük belki ve muhafazakar bir senaryosu var ama olsun. Yine de çok sağlam. Hem teknik hem de dramatik yapı açısından. Ayrıca Pixar'ın yaratıcısı olan John Lassetter'ın bu kategoride bir Oscar'ı bulunmuyor.
Kimin Hakkı Yendi?: A Scanner Darkly
Şaşırdım mı ? Hayır elbette şaşırmadım. Akademi henüz o kadar büyüyemedi. Bu senenin en iyi filmlerindendi.
Belgesel (Uzun Metraj): An Inconvenient Truth
Bu kategoriden üçünün seyredebildim. İçlerinde en beğendiğim ise "Jesus Camp" oldu. Diğer yandan "My Country, My Country"nin de oldukça sağlam bir yapıya sahip izlenilmesi gereken bir belgesel olduğunu düşünüyorum. İkisine de benden koca bir alkış.
"Deliver Us from Evil" & "Iraq in Fragments" ise oldukça övülen belgeseller ve izlemek için sabırsızlanıyorum. (Festival programında yer alacaklar) Özellikle "Deliver.."ın yönetmen ve senarist birliklerinden belgesel kategorisinde ödülle döndüğünü söyleyeyim.
Belki de objektif olarak baktığımız zaman "An Inconvenient Truth" içlerinde en basit ve zayıf yapıya sahip belgesel. Ama içeriğinin önemi burada onu yıldız yapıyor. Hollywood bu konuda mesaj verme fırsatını kaçırmak istemeyecektir. Ayrıca ödülü yönetmen alacak olsa da Al Gore'un sahneye çıkıp gündeme damgasını vuracak bir konuşma yapma olasılığı da var. Hem seçimler de geliyor. Belki ilginç bir konuşmayla karşılaşabiliriz.
Kimin hakkı yendi?: İzlemedim ama "Wordplay" ve "Dixie Chicks" belgeselleri çok övülüyor. Aklınızda bulunsun rastlarsanız kaçırmayın.
Kısalara gelince... çok azını seyredebildim. Live Action'larda "West Bank Story"den izleyen nerdeyse herkes nefret ediyor ama Filistin-İsrail ilişkisine getirdiği bakış açısıyla bu ödülü alabileceği söyleniyor. Animasyonlarda Maestro'ya bayıldım. (youtube'da var) "Little Matchgirl" ise duygusal oyları toplayabilir. (Çok şık olduğunu da söylemek isterim)
Yabancı Dilde En iyi Film: Pan's Labyrinth
Pan'ın klasik Amelie vakası olacağı söyleniyor. Bu kadar popülariteden sonra ters tepki oyları gelebilir. Ama Amelie olayında beklenmeyen bir filme gitmişti. Şimdi herkes "Lives of Others" beklerken o sonucun sürprizlik bir yanı kalmayacak zaten. O yüzden sürpriz olursa "Indigenes"ten bekleyin derim. Bana özellikle 'büyük perdede izlenecek film' yorumu yapıldı ve akademi de böyle filmleri sever. Henüz izleyemedim ama bu sempatik film onlara çok uygun geliyor. "Lives of Others"ı gayet beğendim (son dönem diğer Alman temsilcileri gibi) ama özellikle sarkan sonuyla beni baydı ve genel anlamda da filmin abartıldığını düşünüyorum. Kanada'nın filmi "Water"ı hala izleyemedim ama sonuçlarda bir farklılık yaratacağını sanmıyorum. "After the Wedding"i ise çok sevdim gerçekten ama pek şansı olduğunu düşünmüyorum.
Pan'a gelince bu senenin kategorilerin üstünde en iyi filmlerinden birisi yani. Şimdiden iki kere seyrettim ve eminim her izleyişimde daha da çok beğeneceğim. Enfes bir çalışma. Guillermo Del Toro'ya en derin saygılar. :p
Kimin Hakkı Yendi?: Volver
Ya aslında çok da hakkının yendiğini düşünmüyorum. Ama yine de burada bahsetmek istedim. "Volver" gerçekten çok iyi bir film ama halihazırda 2 Oscar'ı olan Pedro Almodovar'ın artık bu kategoriyi parsellememesi gerektiğini ve İspanya'nın da başka yönetmenlerin filmlerini göndermesi gerektiğini düşünüyorum. (Ki bence Akademi de öyle düşündü) Sonuçta Almodovar'ın filmleri bu kategoride yer almasa bile Amerika'da dikkat çeken ve illa ki beğenilen çalışmalar oluyor. O yüzden aslında bu gayet isabetli bir karar olmuş. "Volver" listeye girseydi belki de "After the Wedding" gibi bir filmi duymayacaktık bile.
Thursday, February 22, 2007
Teknik Kategoriler: Kevin O'Connell'ın çilesi
Görsel Efekt: Pirates of the Caribbean: Dead Men's Chest
Kabul edin hakediyor. Poseidon'u seyretmedim ama akademi'nin çoğunun izleme zahmetine gireceğinden de kuşkuluyum. Çok fazla tartışmaya gerek olmayan bir kategori. Ki bu ekibin ilk filmde ciddi anlamda hakkının yenmesi de işin tuzu biberi.
Kostüm: Dreamgirls
Açıkçası benim favorim Marie Antoinette'ti. Ama Dreamgirls, diğer adaylardan daha büyük bir film olmanın sefasını sürer bence. Burada ciddi anlamda en büyük tehlike elbette "Curse of the Golden Flower". İşçiliğin hakkını vermek lazım. Filmin sadece 40 dk.sına dayanabildim. Bir ara şansımı tekrar deneyeceğim. Ama şöyle söyleyeyim zaten kostümlere ve dekorasyonlara bakmaktan filme dikkat bile edemiyorsunuz. Kostüm Birliği, Gong Li'nin göğüslerine karşı koyamadı büyük ihtimalle ama Akademi güvenli oynar ve kendilerinden olan Dreamgirls'ü seçer diye düşünüyorum.
Hakeden: Curse of the Golden Flower
Sanat Yönetmenliği: Pan's Labyrinth
"The Good Shepherd" ve "The Prestige" son derece düzgün çalışmalar ama pek şans tanımıyorum. Jack Sparrow'un yüzü burada da gülebilir. Bence mükemmel bir set tasarımı vardı. Dreamgirls de çok güçlü ama ben bu kategoride o görkemli örneklerin arasından sıyrılıp yılın en sevilen filmlerinden biri olan Pan's Labyrinth'in alacağını düşünüyorum. (Ya da umuyorum mu desem?)
Kimin hakkı yendi?: Curse of the Golden Flower
Oy verirken ne düşünüyorlardı acaba? Herhalde o safsatayı çok abartı buldular diyeceğim ama Sanat Yönetmenleri Birliği de filme ödül verdi. Bazı şeyleri anlamak güç.
Görüntü Yönetmenliği: Children of Men
Bu kategori gerçekten de çok başarılı. Sadece "The Prestige"i biraz gereksiz bulduğumu söylemeliyim. "The Illusionist"te Dick Pope bence bu senenin en sağlam çalışmalarından birisini çıkarıyordu. Hatta filmin tek kusursuz yanı da görüntü yönetmenliğiydi desem abartmış olmam sanırım. Diğer yandan "The Black Dahlia" ve "Pan's Labyrinth"in de sonuna kadar da hakedilmiş olduğunu düşünüyorum. Ama Emanuel Lubezki, yönetmen Alfonso Cuaron'dan sonra filmin yıldızıydı. Ayrıca kendisinin meslektaşlarının tercihi de o oldu.
Kurgu: Babel
İlk başta "The Departed" demiştim ama sonra "Babel" diye değiştirdim. Çünkü ona hiçbir ödül verilmeyeceği gibi (güzel ama gerçekçi olmayan) bir hayale kapılmışım.
Bu biraz cesur bir seçim oldu kabul ediyorum. Aslında burası bir cadı kazanı. Kurgucular "Babel" ve "The Departed" arasında kararsız kaldılar. Hem tanrıça Thelma Schoonmaker, daha iki sene önce bu ödülü almıştı ve bir daha alırsa bu 3. Oscar'ı alırsa en çok Oscar kazanan kurgucuda rekora ortak olabilir. "Blood Diamond" ve "Children of Men" burada sürpriz yapacak kadar popüler değiller.
Hakeden: United 93
Kurgucular da bu hataya düştü bu kategoride yılın en görkemli çalışması. Umuyorum buradaki tahminimi haksız çıkaracak film bu olur.
Makyaj: Pan's Labyrinth
Maalesef henüz Apocalypto'yu seyredemedim ve ciddi de şansı olabileceğini düşünüyorum. Ama burada da Pan'a gideceğini düşünüyorum oyların. Click'teki makyajlar baya başarılıydı. Özellikle yaşlandırma konusunda. Ama Adam Sandler'ın gıdısı pek bir garipti sanki. :)
Ses Miksajı: Apocalypto
Pekala burada mantıklı davranmıyorum kesinlikle. Çünkü geçen gün size bahsettiğim gibi 19'uncu kere bu adamcağız Oscar'ı kaybetmesine izin vermezler bence. Çünkü baya bir konuşuldu. Şu an neredeyse herkes onu tanıyor. Gecenin en heyecanlı kategorilerinden birisi olacak. Acaba Kevin O'Connell 19. kere eli boş dönecek mi?
Elbette Apocalypto'yu seyretmedim. Diğerlerinin de oldukça şanslı olduğunu düşünüyorum. "Blood Diamond" da özellikle ormanda geçen sesler ve çatışma sahneleri çok başarılıydı. "Flags of our Fathers"ın ses dizaynı açısından ilginç triviaları olduğunu okumuştum ve savaş filmi her zaman avantajlıdır, kabul edelim. Diğer yandan "Dreamgirls"ün en büyük kozlarından birisi de burada. Cidden çok güçlüydü ve meslektaşları da ödülleri ona verdiler. Sanırım O'Connell yine eli boş dönecek.
Ses Kurgusu: Flags of our Fathers
Diğer kategoride merhamet edip Apocalypto'ya oy kullandıklarını varsayarak burada hakedene verirler diye düşünüyorum. Diğer adaylar: Blood Diamond, Pirates, Apocalypto, Letters from Iwo Jima.
Devamı gelecek, Cumartesi'ye sarkıtmamaya çalışacağım tahmin ve değerlendirme yazılarımı.
Tuesday, February 20, 2007
Bu adama iyi bakın.
Kimdir bu şahıs?
Kendisi Ses Miksajı kategorisinde bu sene Apocalypto ile aday olan Kevin O'Connell. Ve şu aralar en çok konuşulan Oscar adaylarından. Ses (misaj ve kurgu) kategorilerinde şimdiye kadar bu seneyle beraber 19 kere aday olmuş. Ama hiç kazanamamış. (Ki bir tanesi de geçtiğimiz sene King Kong aşkına o kategoride hakkı yenen Memoirs of a Geisha.
Kate Winslet'in 5 adaylık almasına rağmen hiç Oscar'ı olmamasını haksız bulanlara soruyorum; peki bu adam ne yapsın? :p
Gerçi birşeyler yapmaya devam ediyor sürekli. Yazın izleyeceğimiz Spiderman 3'ün ses miksajını o yapmış. Bakalım bu sene Apocalypto ile şansı yaver gidecek mi?
Bu arada tören hazırlıkları da devam ediyor.. Bi'kaç foto.
Kendisi Ses Miksajı kategorisinde bu sene Apocalypto ile aday olan Kevin O'Connell. Ve şu aralar en çok konuşulan Oscar adaylarından. Ses (misaj ve kurgu) kategorilerinde şimdiye kadar bu seneyle beraber 19 kere aday olmuş. Ama hiç kazanamamış. (Ki bir tanesi de geçtiğimiz sene King Kong aşkına o kategoride hakkı yenen Memoirs of a Geisha.
Kate Winslet'in 5 adaylık almasına rağmen hiç Oscar'ı olmamasını haksız bulanlara soruyorum; peki bu adam ne yapsın? :p
Gerçi birşeyler yapmaya devam ediyor sürekli. Yazın izleyeceğimiz Spiderman 3'ün ses miksajını o yapmış. Bakalım bu sene Apocalypto ile şansı yaver gidecek mi?
Bu arada tören hazırlıkları da devam ediyor.. Bi'kaç foto.
Monday, February 19, 2007
Artık böyle filmler yapılmıyor...
Yaklaşan Oscar'larla birlikte bu lafı çok duyuyorum pek çok kişiden. Gerçekten de eskinin o görkemli klasik prodüksiyonları yerini daha küçük, bağımsız filmlere bıraktılar. Aslında artık sinemalarda da görkemli birşey izleyeceksek sadece aksiyon bombardımanı gişe canavarlarına tanık olabiliyoruz. Öncelikle şu yanılsamayı hemen engelleyeyim "Letters from Iwo Jima" o kadar görkemli bir prodüksiyona sahip değil. (Zaten bütçesi sadece 15 Milyon Dolar) Ama ruh olarak kesinlikle eski dönem filmlerine ait.
Richard Roeper ve New York Times'dan A.O. Scott, "Ebert & Roeper" adlı programda "Flags of our Fathers" hakkında konuşurken Clint Eastwood'un nasıl John Ford tarzı bir yönetmen olduğunu söylemişlerdi. Gerçekten de katılmamak imkansız. Eastwood, o büyük klasik Amerikan sinemasının belki de son temsilcisi. Kimileri için belki demode olan bu tarz, onca allengirli süslemelerle, tamamen teknik oyuncakların öne çıkmaya başladığı ve doğru düzgün bir genre'nın bile kalmadığı 2000'lerde benim için temiz hava almak gibi bir şey. Clint Eastwood sadece öyküye hizmet eden, oyunculuk ve şık ama sade bir görsellikle filmlerini sunan birisi. Üstelik bu kimilerince basit seçimleri etkileyici bir şekilde de aktaran bir sinemacı. Dediğim gibi bu tarz filmleri bundan sonra da göremeyeceğiz gibi geliyor.
"Letters from Iwo Jima", Aralık'ta izlediğimiz ilk filmin karşı bakış açısından olaya yaklaşıyor. Bu sefer çok daha odaklı bir öykü söz konusu. O yüzden buna rahat rahat bir savaş filmi diyebiliriz. Ancak kanlı meydan savaşlarından ziyade savunma için kazılan mağaralardaki Japon askerlerinin kendi içlerinde yaşadıkları çatışmalar da filmde ciddi anlamda yer alıyor. Filmin en önemli artısı senaristinin bir Japon olması. Bu şekilde eğer Japon sinemasını biliyorsanız hiçbir yabancılık ve abartı sezmiyorsunuz. (tam tersi etki için bkz. Memoirs of a Geisha) Üstelik Japon sinemasının o kompleks olmayan öyküleme şekli, Clint Eastwood'un klasik Amerikan öykü anlatımı tarzıyla mükemmel bir biçimde uyuşuyor. Bu sayede "Letters.."da ilginç bir hibritlik de oluşuyor. Eski büyük Amerikan dramalarının yanında, Japon ustalarını da aralarda hatırlıyorsunuz.
Ken Watanabe başta olmak üzere oyuncu kadrosu çok iyi seçilmiş. Özellikle Kazunari Ninomiya çok etkileyici bir oyun çıkarıyor. Kadro ve karakterler açısından baktığımda ise çok ilginç birşeyi farkettim. Eastwood özellikle son dönemlerde hep bir çeşit (genelde biblical) günahlardan muzdarip, her türlü zayıflığını örtmeye çalışan ve ciddi anlamda sorunlu karakterle uğraşıyor. "Absolute Power"dan "Unforgiven"a, "Million Dollar Baby"den "Mystic River" ve "Bridges of Madison County"den "Flags of our Fathers"a kadar...
Ama "Letters..."ın karakterleri belki de Japon olmalarından ötürü ciddi bir farklılığa sahip. Sanki hepsinin önünde ayrıca yerlere kadar saygıyla eğiliyormuş gibi hissediyorsunuz. Ciddi bir saygı söz konusu. Hatta ve hatta Ken Watanabe'nin oynadığı General Kuribayashi'nin, Eastwood filmografisinde ciddi anlamda saygı duyup önünde eğileceğiniz en büyük karakterlerden birisi olduğunu düşünüyorum.
Clint Eastwood'un uyguladığı klasik sinema kalıplarının demode bir etki bırakmadığından bahsetmiştim. Bunun en önemli paylarından birisi de bence hiç değiştirmediği teknik ekibi. Son dönemde çalışmaya başladığı görüntü yönetmeni Tom Stern, mükemmmmel bir iş çıkarıyor. Sülfür dolu adanın o soluk rengi, mağaralardaki ışıklandırmalar birinci sınıf. Bunun yanında yine Eastwood'un kadrolu kurgucusu Joel Cox gösterişten uzak hatta fazla uzak bir biçim seçiyor. Müzikleri ise yönetmenin oğlu Kyle Eastwood ve Michael Stevens yine çok basit ve akılda kalıcı bir tema üzerinde çalışarak yapmışlar. Paul Haggis de Iris Yamashita'nın senaryo öncesinde öykü kısmına destek vermiş.
"Letters from Iwo Jima", zaman zaman sizi titreten ve kesinlikle gözlerinizi doldurmaya müsait sahnelerle, Japon askerlerinin sıkışıp kaldıkları o adada yaşadıklarını anlatıyor. Enfes oyunculuklar, harika bir görsellik ama ondan öncesinde çok sağlam işlenmiş öykü için tavsiye ederim. Bu senenin "Beş Vakit"le birlikte bence en iyi filmi.
Not: İngilizce dışındaki dillere alerjisi olanlara filmin Japonca olduğunu hatırlatmak isterim.
5/5
Richard Roeper ve New York Times'dan A.O. Scott, "Ebert & Roeper" adlı programda "Flags of our Fathers" hakkında konuşurken Clint Eastwood'un nasıl John Ford tarzı bir yönetmen olduğunu söylemişlerdi. Gerçekten de katılmamak imkansız. Eastwood, o büyük klasik Amerikan sinemasının belki de son temsilcisi. Kimileri için belki demode olan bu tarz, onca allengirli süslemelerle, tamamen teknik oyuncakların öne çıkmaya başladığı ve doğru düzgün bir genre'nın bile kalmadığı 2000'lerde benim için temiz hava almak gibi bir şey. Clint Eastwood sadece öyküye hizmet eden, oyunculuk ve şık ama sade bir görsellikle filmlerini sunan birisi. Üstelik bu kimilerince basit seçimleri etkileyici bir şekilde de aktaran bir sinemacı. Dediğim gibi bu tarz filmleri bundan sonra da göremeyeceğiz gibi geliyor.
"Letters from Iwo Jima", Aralık'ta izlediğimiz ilk filmin karşı bakış açısından olaya yaklaşıyor. Bu sefer çok daha odaklı bir öykü söz konusu. O yüzden buna rahat rahat bir savaş filmi diyebiliriz. Ancak kanlı meydan savaşlarından ziyade savunma için kazılan mağaralardaki Japon askerlerinin kendi içlerinde yaşadıkları çatışmalar da filmde ciddi anlamda yer alıyor. Filmin en önemli artısı senaristinin bir Japon olması. Bu şekilde eğer Japon sinemasını biliyorsanız hiçbir yabancılık ve abartı sezmiyorsunuz. (tam tersi etki için bkz. Memoirs of a Geisha) Üstelik Japon sinemasının o kompleks olmayan öyküleme şekli, Clint Eastwood'un klasik Amerikan öykü anlatımı tarzıyla mükemmel bir biçimde uyuşuyor. Bu sayede "Letters.."da ilginç bir hibritlik de oluşuyor. Eski büyük Amerikan dramalarının yanında, Japon ustalarını da aralarda hatırlıyorsunuz.
Ken Watanabe başta olmak üzere oyuncu kadrosu çok iyi seçilmiş. Özellikle Kazunari Ninomiya çok etkileyici bir oyun çıkarıyor. Kadro ve karakterler açısından baktığımda ise çok ilginç birşeyi farkettim. Eastwood özellikle son dönemlerde hep bir çeşit (genelde biblical) günahlardan muzdarip, her türlü zayıflığını örtmeye çalışan ve ciddi anlamda sorunlu karakterle uğraşıyor. "Absolute Power"dan "Unforgiven"a, "Million Dollar Baby"den "Mystic River" ve "Bridges of Madison County"den "Flags of our Fathers"a kadar...
Ama "Letters..."ın karakterleri belki de Japon olmalarından ötürü ciddi bir farklılığa sahip. Sanki hepsinin önünde ayrıca yerlere kadar saygıyla eğiliyormuş gibi hissediyorsunuz. Ciddi bir saygı söz konusu. Hatta ve hatta Ken Watanabe'nin oynadığı General Kuribayashi'nin, Eastwood filmografisinde ciddi anlamda saygı duyup önünde eğileceğiniz en büyük karakterlerden birisi olduğunu düşünüyorum.
Clint Eastwood'un uyguladığı klasik sinema kalıplarının demode bir etki bırakmadığından bahsetmiştim. Bunun en önemli paylarından birisi de bence hiç değiştirmediği teknik ekibi. Son dönemde çalışmaya başladığı görüntü yönetmeni Tom Stern, mükemmmmel bir iş çıkarıyor. Sülfür dolu adanın o soluk rengi, mağaralardaki ışıklandırmalar birinci sınıf. Bunun yanında yine Eastwood'un kadrolu kurgucusu Joel Cox gösterişten uzak hatta fazla uzak bir biçim seçiyor. Müzikleri ise yönetmenin oğlu Kyle Eastwood ve Michael Stevens yine çok basit ve akılda kalıcı bir tema üzerinde çalışarak yapmışlar. Paul Haggis de Iris Yamashita'nın senaryo öncesinde öykü kısmına destek vermiş.
"Letters from Iwo Jima", zaman zaman sizi titreten ve kesinlikle gözlerinizi doldurmaya müsait sahnelerle, Japon askerlerinin sıkışıp kaldıkları o adada yaşadıklarını anlatıyor. Enfes oyunculuklar, harika bir görsellik ama ondan öncesinde çok sağlam işlenmiş öykü için tavsiye ederim. Bu senenin "Beş Vakit"le birlikte bence en iyi filmi.
Not: İngilizce dışındaki dillere alerjisi olanlara filmin Japonca olduğunu hatırlatmak isterim.
5/5
Yoksa Babel henüz ölmedi mi?
Ben, sürekli yarışın "Babel" ve "The Departed" arasında olduğunu söyleyip duruyorum ama genel olarak kulislerde insanlar Inarritu'nun bu göz boyayan filmini unutuyorlar. Yine de son günlerde "Babel"in kulisinin de ciddi arttığını söylemek mümkün. Filmi sürpriz yapıp yapmayacağı konuşuluyor. "Kurgucular Birliği" (American Cinema Editors) de aynı kanıda herhalde. Dün gece dağıttıkları ödüllerde.
En iyi dramada kurgu ödülü "The Departed" ve "Babel" arasında paylaştırıldı. (Arada United 93 kaynadı) Bu tarihte ikinci kere oluyor. Daha önce aynı olay 1989'da "Rain Man" ve "Missisippi Burning" arasında yaşanmış.
Komedi/Müzikal'de normal olarak ödülü "Dreamgirls" almış.
Belgesel kategorisinden en iyi kurgu ise "An Inconvenient Truth"a gitmiş.
Amerikan Görüntü Yönetmenleri ise gayet mantıklı bir tercih yapmışlar ve yılın en iyisini Emanuel Lubezki'nin "Children of Men"deki alkışlanası performansına vermişler.
En iyi dramada kurgu ödülü "The Departed" ve "Babel" arasında paylaştırıldı. (Arada United 93 kaynadı) Bu tarihte ikinci kere oluyor. Daha önce aynı olay 1989'da "Rain Man" ve "Missisippi Burning" arasında yaşanmış.
Komedi/Müzikal'de normal olarak ödülü "Dreamgirls" almış.
Belgesel kategorisinden en iyi kurgu ise "An Inconvenient Truth"a gitmiş.
Amerikan Görüntü Yönetmenleri ise gayet mantıklı bir tercih yapmışlar ve yılın en iyisini Emanuel Lubezki'nin "Children of Men"deki alkışlanası performansına vermişler.
Sunday, February 18, 2007
Meslek Birlikleri'nin son sözleri...
Oscar'lar için oylamalar Salı günü bitiyor. Bakalım Akademi'nin seçimlerinden önce "Meslek Birlikleri"nin kendi alanlarında en beğendikleri çalışmalar hangileri?
Sanat Yönetmenleri Birliği (Art Directors Guild)
Güncel: "Casino Royale"
Fantastik: "Pan's Labyrinth"
Dönem Filmi: "Curse of the Golden Flower"
(sanat yönetmenliğindeki tek Oscar adayı "Pan's Labyrinth")
Sinema Ses Topluluğu (Cinema Audio Society)
Ses Kurgusu + Miksajı: "Dreamgirls"
Kostüm Tasarımcıları Birliği
Güncel: "The Queen,"
Fantastik: "Pan's Labyrinth,"
Dönem Filmi: "Curse of the Golden Flower,"
(Üç film de bu dalda Oscar'a aday)
Bu gece görüntü yönetmenleri ve kurgucular da en iyilerini seçecek. Görüntü Yönetmenliğinde "Children of Men", Kurguda ise "United 93"nin çıkmasını umuyorum.
Sanat Yönetmenleri Birliği (Art Directors Guild)
Güncel: "Casino Royale"
Fantastik: "Pan's Labyrinth"
Dönem Filmi: "Curse of the Golden Flower"
(sanat yönetmenliğindeki tek Oscar adayı "Pan's Labyrinth")
Sinema Ses Topluluğu (Cinema Audio Society)
Ses Kurgusu + Miksajı: "Dreamgirls"
Kostüm Tasarımcıları Birliği
Güncel: "The Queen,"
Fantastik: "Pan's Labyrinth,"
Dönem Filmi: "Curse of the Golden Flower,"
(Üç film de bu dalda Oscar'a aday)
Bu gece görüntü yönetmenleri ve kurgucular da en iyilerini seçecek. Görüntü Yönetmenliğinde "Children of Men", Kurguda ise "United 93"nin çıkmasını umuyorum.
Saturday, February 17, 2007
Lost ...
"İzlemeyenler okumasın" diye uyarmama gerek yok sanırım. Sezon ortası tatilinden dönen Lost'un yeni bölümleri ile birlikte birşey fark ettim. 1. sezon bağrımıza bastığımız karakterlerin çoğunu artık önemsemiyorum bile. Evet belki tonlarca insan adada olanlara daha bir dikkat ediyor ama o macera ve gerilim içerisinde dizinin asıl belkemiğini karakterlerin kendileri oluşturuyor bana göre. Ve çoğu da artı miyadını doldurdu. Yani Jack'in babası ve eski karısıyla ilgili sorunlarını daha kaç kere görmemiz gerekiyor? Sawyer'ın sürprizli aldatma maceralarına veya Kate'in kötü kaderine dair daha fazla örneğe gerek var mı? Üstelik adada yaşadıkları da bu karakterleri iyice sıkıcı bir duruma itmeye başladı. Kate iyice zırlaklaştı. Sawyer gizemini kaybetti. Jack deseniz o zaten çekilmez sorunlu bir tip. Sanırım bir tek Locke hala bana çekici geliyor. (Kabul etmek lazım adam tam bir deli ve hayatı da pembe dizi gibi) Hugo'nun da eğlenceli öyküleri her daim bir dinamizm katıyor.
Bu sezon iki karakter şu ana kadar deli gibi ilgimi çekiyor. Birisi 2. sezon finalindeki enfes dönüm noktasının sebebi Desmond, diğeri de yakında yine kendisini tüketmeye başlayacak olan Juliet. (İkisinde de enfes performans sergileyen oyuncuların katkısı olduğunu eklemek lazım tabii)
Şu iki bölüm de Juliet ve Desmond ön plandaydı ve onların öykülerini izlemek çok eğlenceliydi. Özellikle 14 Şubat'a özel olduğu çok belli olan (ama başka açılardan da çok özel) son bölüm "Flashes Before Eyes"ı çok beğendim. Yani süper bir bölüm değil belki ama en azından farklı bir tat vermeyi başarıyordu. Tabii en büyük güzelliklerinden biri de ana kadromuzun da yavaş yavaş eriyeceğine dair olan işaretlerdi. "The Others" kendilerini tüketmeye başladı bence. İlk ada ahalisiyle beraber bu sezon baya bir ölüm bekliyorum ben. Ve sanırım artık dizinin sonlarına doğru (ki düşen reytingler bunun çok uzak olmadığını gösteriyor) Desmond iyice ön plana çıkacak.
Bu sezon iki karakter şu ana kadar deli gibi ilgimi çekiyor. Birisi 2. sezon finalindeki enfes dönüm noktasının sebebi Desmond, diğeri de yakında yine kendisini tüketmeye başlayacak olan Juliet. (İkisinde de enfes performans sergileyen oyuncuların katkısı olduğunu eklemek lazım tabii)
Şu iki bölüm de Juliet ve Desmond ön plandaydı ve onların öykülerini izlemek çok eğlenceliydi. Özellikle 14 Şubat'a özel olduğu çok belli olan (ama başka açılardan da çok özel) son bölüm "Flashes Before Eyes"ı çok beğendim. Yani süper bir bölüm değil belki ama en azından farklı bir tat vermeyi başarıyordu. Tabii en büyük güzelliklerinden biri de ana kadromuzun da yavaş yavaş eriyeceğine dair olan işaretlerdi. "The Others" kendilerini tüketmeye başladı bence. İlk ada ahalisiyle beraber bu sezon baya bir ölüm bekliyorum ben. Ve sanırım artık dizinin sonlarına doğru (ki düşen reytingler bunun çok uzak olmadığını gösteriyor) Desmond iyice ön plana çıkacak.
Ruhumu sattım alan yok mu?
Robert De Niro'nun büyük bir tutkuyla son yıllarını verdiği "The Good Shepherd" benim için bir hayal kırıklığı oldu. CIA'in ilk yıllarından itibaren Edward Wilson adlı bir ajanın çevresinde gelişen öyküleri anlatan film 30'lar ve 60'lar arasında bir süre sonra iyice sıkan çoğu anlamsız gidip gelmelerden oluşuyor. Edward Wilson karakteri (Matt Damon) filmin ana kahramanı olmasına rağmen neredeyse hiç de umrumuzda olmayan birisi. (Çevresindeki tüm tiplemelerle birlikte) Aslında Wilson'a dair "kendine göre değil, başkalarının yönlendirmesine göre yaşayan" bir adam olması dışında ne söyleyebiliriz çok emin değilim. Filmin başlarında bu özellik arada karikatür ya da absürt seviyeye erişse de ilerleyen zamanla, belki de alıştığımızdan, ilginç ve garip bir çekicilik haline bürünebiliyor. Ama ne olursa olsun bu duvar suratlı adamı önemsememeye devam ediyoruz. Yıllar geçiyor (Damon hiç yaşlanmıyor) sürekli entrikalar ve ajan dünyası içinde asla tam olarak içine giremediğimiz onca olay sırasında 2,5 saati aşkın bir süre bu adamı izliyoruz. Gerçekten de "The Good Shepherd" hayatımda izlediğim en sıkıcı ajan filmlerinden birisi herhalde.
Kabul etmek lazım teknik alet edevat yokluğunda ajanların eski zamanlarda nasıl çalıştığını gösteren ayrıntılar bir yere kadar ilginç geliyor. Ama filmde geçen yaklaşık 30 yıllık süre içinde onca şey olmasına rağmen aynı zamanda hiçbir şeyin de olmaması filmin en dayanılmaz zulümü.
Ana karakterimizin Domuzlar Körfezi olayları sırasında yaşadığı daha kişisel bir soruşturma ekseninde flashbacklerin uygulanışı aslında gayet çalışır vaziyette. Ama sadece o kadar. Film onca saat ayırdığı konularda size olağanüstü ya da etkileyici birşey veremiyor. Çünkü hiçbirisine odaklanamıyor.
Oyunculara gelince. Matt Damon ruhsuz karakterimize ruh vermeden gayet sıkıcı bir performans sergiliyor. Evet belki Wilson'ın içinde ruh yok ama yine aktörde nüans görebilmek isterdim. Angelina Jolie maalesef bu tarz iddialı ve ciddi filmlerde hep içi boş tipleri oynuyor belki de bu yüzden oynadığı dandik filmlerden daha kötü performanslar sergiliyor. (Bir sahnesinde bana Madonna'nın eski performanslarından birini hatırlattı. ) Ama kabul etmek lazım kamera onu seviyor. Deneyimli oyuncu Michael Gambon, Wilson'ın Üniversite hocası rolünde akılda kalıcı. Bunun dışında filmde yer alan William Hurt, Billy Crudup, Joe Pesci, Alec Baldwin gibi oyuncuların ise filmi çekerken neyi oynadıklarını bile bildiklerinden emin değilim. Gayet misafir oyuncu kıvamında arz-ı endam ediyorlar.
Robert De Niro bence filmi yaparken ve kurgularken kendisini kaybetmiş. (Bu arada söylentiye göre 30 dk.lık bir kısmı atılmış haliymiş bu film) Zaten bence filmin en büyük sorunu elindeki bir sürü dağınık materyalle "Godfather" falan olmaya çalışması. Evet bu materyaller belki bir araya toplanınca ilginç bir sonuca çıkıyor olabilir. Ama yine de çok daha kompakt bir olay örgüsü ve hatta daha küçük ölçekli bir prodüksiyonla film daha etkili olabilirdi bence. Bittikten sonra belki üzerinde konuşmaktan ya da okumaktan zevk alınabilecek bir konuyu içeriyor olsa da izlerken ciddi anlamda eziyet çekmenize sebep olabilir.
Robert Richardson'ın etkileyici görüntüleri, Oscar adayı sanat yönetmenliği gayet ölçülü ve etkileyici. Açıkçası De Niro'nun oluşturduğu mizansenler de hoş ama ne var ki senaryonun herşeyi anlatayım saplantısı filme ciddi zarar veriyor.
2 /5
Kabul etmek lazım teknik alet edevat yokluğunda ajanların eski zamanlarda nasıl çalıştığını gösteren ayrıntılar bir yere kadar ilginç geliyor. Ama filmde geçen yaklaşık 30 yıllık süre içinde onca şey olmasına rağmen aynı zamanda hiçbir şeyin de olmaması filmin en dayanılmaz zulümü.
Ana karakterimizin Domuzlar Körfezi olayları sırasında yaşadığı daha kişisel bir soruşturma ekseninde flashbacklerin uygulanışı aslında gayet çalışır vaziyette. Ama sadece o kadar. Film onca saat ayırdığı konularda size olağanüstü ya da etkileyici birşey veremiyor. Çünkü hiçbirisine odaklanamıyor.
Oyunculara gelince. Matt Damon ruhsuz karakterimize ruh vermeden gayet sıkıcı bir performans sergiliyor. Evet belki Wilson'ın içinde ruh yok ama yine aktörde nüans görebilmek isterdim. Angelina Jolie maalesef bu tarz iddialı ve ciddi filmlerde hep içi boş tipleri oynuyor belki de bu yüzden oynadığı dandik filmlerden daha kötü performanslar sergiliyor. (Bir sahnesinde bana Madonna'nın eski performanslarından birini hatırlattı. ) Ama kabul etmek lazım kamera onu seviyor. Deneyimli oyuncu Michael Gambon, Wilson'ın Üniversite hocası rolünde akılda kalıcı. Bunun dışında filmde yer alan William Hurt, Billy Crudup, Joe Pesci, Alec Baldwin gibi oyuncuların ise filmi çekerken neyi oynadıklarını bile bildiklerinden emin değilim. Gayet misafir oyuncu kıvamında arz-ı endam ediyorlar.
Robert De Niro bence filmi yaparken ve kurgularken kendisini kaybetmiş. (Bu arada söylentiye göre 30 dk.lık bir kısmı atılmış haliymiş bu film) Zaten bence filmin en büyük sorunu elindeki bir sürü dağınık materyalle "Godfather" falan olmaya çalışması. Evet bu materyaller belki bir araya toplanınca ilginç bir sonuca çıkıyor olabilir. Ama yine de çok daha kompakt bir olay örgüsü ve hatta daha küçük ölçekli bir prodüksiyonla film daha etkili olabilirdi bence. Bittikten sonra belki üzerinde konuşmaktan ya da okumaktan zevk alınabilecek bir konuyu içeriyor olsa da izlerken ciddi anlamda eziyet çekmenize sebep olabilir.
Robert Richardson'ın etkileyici görüntüleri, Oscar adayı sanat yönetmenliği gayet ölçülü ve etkileyici. Açıkçası De Niro'nun oluşturduğu mizansenler de hoş ama ne var ki senaryonun herşeyi anlatayım saplantısı filme ciddi zarar veriyor.
2 /5
Subscribe to:
Posts (Atom)