Saturday, November 25, 2006

Sezon başlıyor!



Önümüzdeki haftalardan itibaren Şubat sonuna kadar bu sayfalarda sinema sektörünün en prestijli ödülü ile ilgili tonlarca spekülasyon, dedikodu ve haberlere rastlayacaksınız. Oscar ülkemizde bilindiğinden çok daha geniş bir döneme yayılan bir olgu. Ödül sezonu sonbaharda iddialı olabilecek filmlerin vizyona girmesiyle başlar ve Aralık başından itibaren sektör, eleştirmen vs. birlikleri tarafından verilen tonlarca ödülün ardından Oscar'la da son bulur. Bu oldukça hareketli dönemin bir anlamda noktası Oscar'lardır.
İşte bu senenin ödül sezonu gelecek haftadan itibaren açılıyor. Önümüzdeki hafta 3 ayrı bağımsız film ödülleri adaylarını açıklayacak ve bir anlamda bu küçük ölçekli projelere Oscar yolunda ilk adımı attıracak. Ancak sezon asıl Aralık başında National Board of Review'in ödülleriyle başlıyor. Ardından neredeyse her eyaletin eleştirmen birlikleri, oyuncu, yönetmen ve yapımcı başta olmak üzere sektörde çalışanların oluşturduğu meslek birlikleri ve elbette Altın Küre'ler akademinin bir anlamda işini kolaylaştırıp gideceği yönü belirleyecek.


Bu sene ilk aşamada baktığımızda garip bir sene. Çünkü Oscar döneminin iddialısı diyebileceğimiz belirgin filmler olmadığı gibi tahminlerde bir ortak karara da varılamıyor. O yüzden şu aşamada sezonun yıldızı olmaya aday tek film "Dreamgirls" gibi gözüküyor. Filmin şimdiden en çok adaylık alacak film olmasını bırakın hangi dalları kesin kazanacağı konuşulmaya başlandı. Yine de henüz çok erken çünkü dediğim gibi ilk söz hakkı eleştirmenlerde olacak.
Peki bu sene hangi filmler iddialı? Hong Kong yapımı Infernal Affairs'in yeniden çevrimi bir polisiye olması yüzünden "The Departed"a ben hiç şans vermiyordum ilk başta. Ancak filme seyirciler ve eleştirmenler bayıldı. Ve bir kere daha Oscar döneminin en favori tartışma konusu açıldı. "Bu sefer Martin Scorsese alabilir mi?"... Ben açıkçası sıkıldım artık bu tartışmadan ama şu anda Scorsese'nin en favori yönetmen durumunda olduğunu da belirtmek isterim.
Dreamgirls ve The Departed dışınde yerini büyük oranda belirlemiş bir başka film ise "The Queen". Helen Mirren'ın oyunculuğuyla güçlenenen filmin yönetmen, senaryo ve en iyi film dallarında adının sık sık geçmesi kaçınılmaz.

"Bunlar dışında ne var?" derseniz, iki 11 Eylül draması United 93 ve hiç beğenmediğim World Trade Center hala radarın dahilindeler. Ayrıca Inarritu'nun Babel'i nefret edenler kadar hayranları da olan bir film. Clint Eastwood'un gişede başarısız olan "Flags of our Fathers" potansiyel tehditlerden birisi ama eleştirmenler de pek bir coşkuyla karşılamadı filmi. Yani adaylık alırsa şanslı olur. Ancak Dreamworks, filmle bağlantılı Eastwood'un "Letters from Iwa Jima"sını da Aralık'ta vizyona sokacağını açıklayınca işlerin kızışabileceğinin sinyallerini vermiş oldu. Bunun dışında Almodovar'ın Volver'i, Todd Field'ın Little Children'ı, bu senenin bağımsız yüzaklarından "Little Miss Sunshine" ödüllerde adı geçmesi potansiyel bir isim. Ama görücüye çıkan her yeni film bir şeyler değişebiliyor. Örneğin Alfonso Cuaron'un "Children of Men"i (Pzt. bir aksilik olmazsa hakkında yazacağım) övgüler alacak gibi gözüküyor. Soderbergh'in ilk başta iyi bir yem gibi gözüken "The Good German"ı daha çok sinefil keşif filmi olacak gibi. Bunun dışında hala neye benzediği bilinmeyen "Blood Diamond", "The Painted Veil" ve en önemlisi Robert De Niro'nun yönettiği "The Good Shepherd" gibi potansiyel tehditler de mevcut.
Neyse, dediğim gibi zaman geçtikçe zaten doyacaksınız bu muhabbete. Şimdiden yeni sezon hayırlı olsun. Ben yılın bu döneminde çok eğleniyorum, umarım siz de aynı keyfi alırsınız.

No comments: