Wednesday, November 15, 2006

İnsanlık için küçük, Bond için büyük bir adım...


Öncelikle şunu belirteyim bir Bond fanatiği değilim ama yine de ne olursa olsun James Bond'un maceralarına o çocukça hevesle hala koşa koşa giderim. Bunu söyledim çünkü Daniel Craig'in Bond seçilmesine tepki göstermeyen azınlık içindeyim ve çok yetenekli bu aktörün de iyi bir iş çıkaracağından emindim... Bu önsözün ardından "Casino Royale"e geçme vakti.
Öncelikle şunu belirtmeliyim herşeyin olduğu gibi serilerin de başları ve sonları ayrı lezzetli oluyor. En son "Die Another Day"de hafif çaptan düşen bir Bond görmüştük ve bu anlamda film yaşlanan Pierce Brosnan'ın Bond filmografisine de yakışır bir sondu.
Bu sefer hem Daniel Craig'e hem de sevgili ajanımız 007'ye merhaba diyoruz. "Casino Royale"in en büyük avantajı şüphesiz öykünün en başına dönüp Bond'un Bond olmasını anlatması elbette. Bu açıdan seyircinin Craig'in performansına alışması sağlanıyor ve herhalde Bond serisinin tarihinde ilk defa kahramanımız üç boyutlu olmaya bu kadar yaklaşıyor. Bu tarz başlangıçlarda genelde rastladığımız gibi eğitim süreçleri, ve çeşitli kişisel çelişkiler yok elbette. Sonuçta yine profesyonel bir Bond'la karşılaşıyoruz ama gerek smokin giymek, gerek Martini içmek konusunda pek çok espriye de tanık oluyoruz. Doğruyu söyleyeyim bir Bond hayranı olarak bu tarz ayrıntıların bu şekilde sunulması benim hoşuma gitti ve heyecanlandırdı. Hiç şüphesiz bu sayede Daniel Craig de işin kaymağını yiyor. Çok daha atletik ve daha da güçlü bir 007 yaratan Craig, film boyunca karakterin gelişimini çok başarılı bir şekilde veriyor ve kafanızda ne kadar Bond imajı varsa hepsini siliyor. Açıkçası bu sıkı başlangıcın ardından vakit kaybetmeden yapılacak yeni bir Bond filmiyle, oyuncu tahtını daha da sağlamlaştırabilir ve sonra Pierce Brosnan gibi göbeği sarkana kadar da bu kariyerine devam edebilir.


Film hakkında bir çok şeyden bahsetmek gerek. Giriş sahnesi belki ilk defa bu kadar yavaş ama aynı zamanda etkileyici ve keyifl. Chris Cornell'in 'You Know My Name'i eşliğindeki jenerik ise sıkıcı olsa da yaratıcı bir şekilde tasarlanmış. Özellikle başlarda enfes bir kovalamaca sahnesi var. Ve Eva Green, şimdiye kadar belki de en az şey yapıp en çok etki bırakan Bond kızı ünvanını edinebilir.
Ama bu Bond kızı olayından genel olarak filme dair bir saptamada bulunmak istiyorum. Doğrudur 007 ilk defa bu kadar kanlı canlı gözüküyor ama benim açımdan filmin bir başka albenisi son Bond serisindeki sentetik havanın kaybolmuş olması. Tamam çok sıkı aksiyonlardı ve 'Die Another Day'le 'GoldenEye' müthişti ama kabul edelim tüm tasarımlar, mekan seçimleri çok fazla yapay bir stilizeydi. Ve aksiyon uğruna bazen öykü heba edilebiliyordu. (Öykü Bond filmleri için bir bahane sadece biliyorum ama yine de...) Ama bu sefer filmde daha çok
70'lerin estetik cilasını hatırlatan ve daha olgun bir sinematografi var. Fragman ne vaat ederse etsin sadece kuru aksiyon yerine ciddi bir şekilde öykünün sağladığı kovalamacasız, patlamasız gerilim anlarına da abanılmış durumda. "Casino Royale"de belki Bond dünyayı kurtarmıyor, çok daha ufak ölçekli bir iş yapıyor olsa da bu iyi bir sinema yoluyla anlatılmış. (Ve tabii ki tahmin edersiniz bu şekilde film gayet uzun 144 dk.) Ama sonuna kadar değdiğini söyleyebilirim.
Bu Bond çok sağlam ve şüphesiz serinin en iyilerinden eğer bu kalitede devam edip daha cesur davranırlarsa ileride' artık 007'nin filmlerine 'ama Bond filmlerinde hep böyle olur normal bir şey' gibi anlamsız bir bahane kullanmak zorunda kalmayabiliriz. Gidin görün ve eğlenin.

Not: 3,5/5

2 comments:

Fuckenstein said...

Durduk yere filmi aklıma düşürdün :D

cambelboy said...

Bond ya da aksiyon sevenleri kesinlikle memnun edecek bir film bence. Bu arada bazıları filmin çok uzun olduğundan şikayet ediyorlar. Şahsen ben izlerken sıkılmadım (ki filme ara verilmediğini de belirteyim) ama uzun olduğunu kabul ederim. Yine de öykünün her hangi bir yerini de fazla göremiyorum.. :)