
Toplumun farklı kesimlerinin hatta ayrı toplumlardan yüzlerin bağımsız hikayelerinden oluşan ve bunların bir yerlerde buluşmasına dair bir yapı içeren dramalar artık günümüzde şaşırtıcı olmaktan çıktı aslında. Ancak yine de seyirci hala yeni bir şey keşfetmiş gibi bu tarz filmler karşısında ağzı bir karış açık kalabiliyor. Ama buna artık şaşırma vakti geçti.
Robert Altman bunu 10 küsür sene önce yaptı zaten. Hadi Altman bilmeyenler çoğunlukta dersek o zaman da ben
P.T. Anderson'ın
Magnolia'sını hatırlatma ihtiyacı duyarım.
Adeta bayıldığım
"Amores Perros" ve belli bir ölçüde beğendiğim
"21 Grams"ın ardından elbette
Alejandro Gonzales Inarritu'dan yine bu tarz bir denemeyle karşılaşmak bizi şaşırtmıyor. (Zaten yukarıdaki paragrafı da hala böyle örnekler gördüğünde kendinden geçenlere ithaf ediyorum.) Ancak
Babel'i izledikten sonra akla takılan asıl soru şu; '
Sürekli bu tarz kalabalık kadrolu-öykülü filmlerle uğraşan ve bunların üstesinden geldiğini de kanıtlamış bir adam nasıl Babel gibi bir filmi yapabilir?'
Henüz başlarında daha öykülere dair kurulumlar yapılırken filmde her hangi bir sorun görmek mümkün değil. Ancak 4 ana öykü üzerinde ilerleyen
Babel bu ilişkilerin iyice oluşmasıyla sorunlu bir yapıya bürünüyor. Herşeyden önce 4 öyküden
Japonya'da geçeni diğer üçüne kesinlikle uymuyor, dahası gayet doğal bir şekilde bağlanmış o üç öyküye o kadar zorlama bir şekilde ilişkilendiriliyor ki, seyirci tarafından üvey evlat muamelesi görmesi kaçınılmaz oluyor. Diğer öyküler (ikisi
Fas'da, biri
Meksika'da) organik bir bağla birbirlerini desteklerken, Japonya öyküsü seyircide
'hadi bitsin de diğer öykülere bakalım' ihtiyacı duyuruyor. Aslına bakılırsa
Rinko Kukichi'nin gayet başarılı bir performansla yürüttüğü bu öykü tek başına son derece tatmin edici bir kısa film olabilirmiş ancak
"Babel"in genelinde sadece bir yama olarak kalıyor. Ve filme de ciddi oranda zarar veriyor.
Diğer öykülerin tatmin edici olduğunu söylemek mümkün ancak yine de Meksika kısmı gayet bildik bir manzarayı; (bkz.
Traffic, hatta
Babel'in de senaristi olan
Guillermo Ariaga'nın yazdığı enfes
"Three Burials...") Meksika sınırında yaşananları ve ABD ile arada yaşanan 'öteki' karakterlere dair bir öyküyü yine bildik bir şekilde sunuyor. (Burada da
Adriana Barraza'nın güçlü oyunculuğundan bahsetmek gerek) Fas'ın yerlileri arasından geçen öykü ise şahsen benim en fazla potansiyel bulduğum ve zevkle izlediğim bölüm oldu. Ancak bu bölümün de yeterince iyi kullanılamadığını düşünüyorum.
Sonuçta
Babel, yan öyküleri iyi bir şekilde işlese bile ya filmin geneline iyi bağlayamıyor ya da yeni bir şey söylemediği için sizi sıkıntalara gark eden bir film olup çıkıyor. Yukarıda saydığım öykülerin hepsinde potansiyel gayet güçlüyken
Brad Pitt & Cate Blanchett'in oynadığı ve ilk bakışta diğerlerinin yanında gayet sönük gözüken bir diğer Fas öyküsünün hak etmediği halde ön plana çıkması da bu yüzden zaten.
Toparlayayım artık... Güçlü sahnelere, şık oyunculuklara, zaman zaman çok etkileyici ve vurucu anlara, sahip olsa da
Babel film olmaktan çok bir fikir olmaya çalışıyor. Bu duruma saygı duyulabilir tabii ki ama fikrin de orijinal olmadığını düşündüğümüzde
'Zaten bildiğimiz şeyleri niye tekrar anlatıyorsun?' sorusuna neden gösterebilecek bir deneme olmadığını da kabul etmek gerekiyor.
Babel'in Oscar şansları...
Cannes Film Festivali'nde pek beğenilen
Babel'in Oscar'da da iddialı olacağı hala konuşuluyor. Bu arada Cannes'daki
yönetmenlik ödülünü de gayet anlamlı bulduğumu belirtmek isterim
Inarritu çok etkileyici bir sinema yapıyor. Mizansenleri akıllıca kuruyor ve oyuncularını da çok iyi yönetiyor. Bu konuda söyleyecek hiçbir sözüm yok. Ancak Babel'in adı şu aralar
en iyi film adaylığı tahminlerinde sıkça geçiyor. Ancak ben bu filmin o kategori için yeterli olmadığını düşünüyorum. Diğer bir yandan
senaryo ve
yönetmenlik konusunda şans görmek mümkün. (Senaryonun adaylık hakettiği anlamına gelmiyor, sadece akademi sevebilir.) Ama mesela
Cate Blanchett'in ya da
Gael Garcia Bernal'in bu filmle aday olması absürtlüğün son noktası olurdu herhalde. Diğer yandan yukarıda saydığım iki bayan oyuncu adaylık haketseler de bence zor gibi gözüküyor.
Brad Pitt'e gelirsek... Güzel ve yakışıklı jönümüz, tam da kendini hayır işlerine vermişken; makyajla yaşlandırılmış, bol bol ağlamış ve 40 yılda bir iyi bir filmde oynamayı becermişken illa ki aday olur hatta
Oscar'ı alıp güzel güzel hayır mesajları vermesine de olanak sağlanmış olur. Dediğim gibi genel olarak ben filmin Oscar şanslarını düşük görüyorum. Ancak geçen seneki
Crash deneyimi de hala aklımızda. Aynen geçen sene olduğu gibi akademi yine
'Aman Tanrım ne mükemmel mesajlar vermiş, hem de bir sürü insan oynamış, ağlatıyor falan da' diyip
Babel'i yarışta iddialı bir noktaya taşıyabilir. Ama biz Türkiye'de yaşıyoruz ve Amerika'dakilerin herkesten sonra duyduğu ve çok orijinal sandığı şeyleri biz zaten çoktan içimize sindirmiş oluyoruz.
Not: 2,5/5