Sunday, October 28, 2007

Hanna Schygulla'nın gözleri ve Antalya!

Bir süredir yine uğrayamadım buraya... yoğunluk yine fazlaydı hatta Filmekimi'nde bile sadece 2 film görebildim. İlki "Control"dü. Açıkçası öyle aman aman bayıldığımı söyleyemem. Yönetmeni takip edilesi bir adam. Cidden çok hoş anlatımlar kurmuş ama işin metin kısmı bana gayet vasat geldi. Bir diğeri ise Paranoid Park'tı. Gus Van Sant hakkında artık yazılacak çok birşey yok. Adam sinemasını bulmuş durumda ve özellikle son yıllarda beni mest eden filmler yapıyor. Ne kadar şanslıyız ki (ya da şanslıyım diyeyim çünkü benim gibi düşünmeyenler çoğunluktadır) anlamsız "Good Will Hunting" yollarında kendisini kaybetmedi. PP, direk son ölüm üçlemesindeki filmlerin tadında çok hoş bir deneyim sergiliyor. Öyküye tamamen odaklanmadan ama onun yolundan da tam çıkmadan kaykaycı bir çocuğun başından geçen olağandışı bir olayın etkilerini son derece olağan ve artık alıştığımız şekilde görsel bir dille ve müthiş bir ahenkle anlatıyor. Christopher Doyle'un çıkardığı inanılmaz etkileyici atmosferi de atlamamak lazım.

Neyse gelelim asıl konuya. Bugün Antalya'da portakallar sahiplerini buluyor. Festivalde bulunmadığım için filmlerin hepsi hakkında tamamen bilgim yok elbette. Ancak duyduğum kadarıyla en çok şans görülenler arasında "Adem'in Trenleri", "Yumurta" ve "Yaşamın Kıyısında" varmış. Ben de festivalde yarışan ve benim izleme imkanı bulduğum filmler hakkında yorum yapayım dedim.
"Adem'in Trenleri"
Barış Pirhasan (ki kendisi hocam olur) o tatlı bakış açısını tüm filme yedirmişti. Oyuncularla iletişiminin çok iyi olduğunu bütün performanslardan görmek mümkün. Çok tatlı bir coming of age öyküsü bu. Hikayenin anlamsız yere uzadığı ya da inandırıcılığı zedelediği ufak noktalar hatırlasam da genel olarak ağızda hoş bir tat bırakan filmdi. Cem Özer'i sevmem, buradaki performansını da aman aman övmeyeceğim ama beklediğimden iyi bulduğumu söylemeliyim. Adem'i oynayan Fıratcan Aydın'sa çok yetenekli bir çocuk. Hoş bir taşra filmi "Adem'in Trenleri" ve içinizi hem ısıtan hem de burkan bir film. Artık DVD'de falan izlerseniz tavsiye ederim.


"Yumurta"
Semih Kaplanoğlu'nun ilk filmini izlemiştim sadece. Yakın zamanda "Meleğin Düşüşü"nü de izlemek istiyorum çünkü "Yumurta" şu ana kadar bu sene izlediğim en iyi film. Son dönem Rus sineması, belki biraz Nuri Bilge Ceylan tadında. (ama NBC gibi diyalog konusunda tökezlemiyor.) Nejat İşler'in dışında Saadet Aksoy'un oyununa bayıldım ve Antalya'dan kadın oyuncu ödülünü almasını umarım. Bunun dışında Kaplanoğlu, atmosfer üzerinden çok başarılı bir hisler sineması yaratıyor. Görsellik çok etkileyici ve boş değil. Sağlam bir sinema diliyle minimalist ama koskoca bir film izlemek isteyenlere şiddetle tavsiye edilir. Umarım "Altın Portakal"ı da alır.

"Yaşamın Kıyısında"
Akın'ın sinemasını çok seviyorum. O acemi "Kısa ve Acısız"ına bile bayılırım. Ama "Yaşamın Kıyısında"yı oluşturan iki ana öykünün de başlarında hafif bir çiğlik vardı bence. Yine de sonra o kadar güzel ilerliyor ve katmanlanıyor ki film... Artık bu 'çakışan hayatlar' muhabbetinden eminim pek çok kişi bıkmıştır, ama bir de Akın'ın o naif ve iyi niyetli gözünden bakın derim. Sadibey.com'da Coşkun Çokyiğit'in filmle ilgili bir yazısına rastladım az önce. İnanılmaz 'dumbass' bir görüş ve özellikle milli duyguların faşizanlığa doğru hızla ilerlediği bugünlerde beni ciddi anlamda rahatsız ettiğini de söylemeliyim. Akın, Türk asıllı olabilir ama herşeyden önce bir dünyalı olduğunu açık ve seçik bir biçimde belirtmişti ve bu film de bunun kanıtlarından sadece birisi. Filmden etkilendim... doyasıya zevk aldığımı söyleyememe ama bir şekilde dokunduğunu söylemeliyim. Filmle ilgili iki şey daha söyleyeyim. TR için hazırlanan afiş rezalet bişey, yine kafalr yanyana dizilmiş. Bir de Hanna Schygulla çok yaşlanmış ve bozulmuş belki ama o gözler hala konuşuyor yaw.. :)

Festivalde yarışan ve benim izleme imkanı bulduğum filmlere gelince. "Janjan" amatör bir temsil gibiydi. İnanılmaz bir iyi niyetle çekildiği belli oluyor. O yüzden belki o kadar da ciddi kötüleyemiyorum ama yani üzülüyor insan böyle filmler görünce. Bir de "Mutluluk" var tabi.. Daha önce yazmıştım filmle ilgili. Aksayan senaryosu ve inanılmaz gereksiz uzunluğuna rağmen keyifle izlediğim bir filmdi. Abdullah Oğuz'un zanaat yönü çok iyiydi. Ve başroldeki iki oyuncusu (Özgü Namal ve Murat Han) ödül alırlarsa da çok sevinirim.

Şimdilik bu kadar... hafta içinde biraz daha yoğunluk azalacak. O zaman yeni birşeyler daha yazarım mutlaka.

No comments: