Sunday, January 20, 2008

2007'nin en iyileri...

Yine vizyon dışında kalanlarla ve ilk 10'a yakın olanlarla başlayalım..

Geçtiğimiz sene vizyon dışında kalan ve oldukça büyük ilgi toplayan filmler vardı. "Half Nelson" bunların arasındaydı. Ryan Gosling ve Sharreka Epps'in çok iyi performanslarının yanında film bir bağımsızın işlemesi gerektiği gibi çalışıyordu. Birbirine iyi gelen ikili insan öyküleri içinde favorilerim arasında yer aldı film. Beyazperdede gördüğümüz öğretmen öğrenci ilişkilerine de alt metni güçlü bir öyküyle fark atmış oldu ayrıca. Yine vizyon dışında kalan ama festivalde izleme imkanı bulduğumuz "Lady Chatterley", uzun süresine rağmen ana karakterinin yaşadıklarını o kadar samimi bir yolla anlatıyordu ki beni direk tavladı. İngiltere ve Danimarka işbirliği ile izlediğimiz "Red Road", Tsai Ming Liang'ın son numarası "I don't Want to Sleep Alone", Chan Wook Park'ın vizyon görmeyen "I'm a Cyborg but That's OK", festivalde izleyici ödülü alan "Art of Crying" de favorilerim arasındaydı.

Vizyonda top 10'a yakınlaşan filmler arasında ise, hiç şüphesiz Cronenberg'in "Eastern Promises"i başlarda seyrediyor. David Fincher'ın Zodiac'ı çok çok başarılıydı. Bu yıl yüzümüzü güldüren western'lerden "3:10 to Yuma" da inanılmaz keyifliydi.

Gelelim bu seneki ilk 10'uma...

10. Grbavica
Altın Ayı'lı Grbavica bize oldukça geç geldi. 90'larda hepimizin bilincinde yer eden eski Yugoslavya'nın dağılışı ve çıkan çatışmalara bir ağıt niteliğinde olan film. Baş karakteri Esma ve kızı yoluyla hafızamızı tekrar deşiyordu. Bir yandan sırrı ortaya çıkıyor, o çıktıkça da Esma'nın yüzleşmeleri filmi daha da güçlü hale getiriyordu. Duru ve ne yaptığını bilen bir anlatım, mükemmel oyunculuklarla Grbavica bence geçen senenin en iyilerindendi.

9. Michael Clayton
Tony Gilroy senarist olarak "Bourne" serisinde zaten gönlümüzü çalmıştı. Ama meğerse yönetmen olarak da çok becerikliymiş. Öyküsündeki dağınık kurgu ve sistematik açıdan solak bir film olması pek çok kimseyi rahatsız etmi olabilir ama Michael Clayton yurtdışında da söylendiği gibi 70'lerin o havasını tekrar kazandırıyordu sinemaya. Clayton'ın bir yandan kişisel yolculuğu bir yandan da büyük şirket açmazları filmde çok lezzetli bir biçimde işleniyordu. İşin oyuncular kısmı ise daha önceki yazılarda da yazdığım gibi çok iyiydi.


8. Ratatouille
Bu durumda en çok acıdığım şey Pixar'ın yaratıcısı John Lassetter. Adam "Toy Story"yle yeni bir çağ açtı ve şu anda animasyon sektörünün en kaliteli şirketini güçlendirdi. Ammavelakin Brad Bird geldi ve onun yaptığı filmlere de fark atıyor. "The Incredibles"dan sonra "Ratatouille" ile yine harikalar yarattı. Bu sefer çok daha klasik bir öykü ve anlatımla karşımıza çıktı Bird ve bir yandan eski kafalıları bir yandan da yenilikçileri tavladı sanırsam. Sadece bu yılın en iyi animasyonu değil, aynı zamanda en iyi filmlerinden birisiydi. Anton Ego rolünde Peter O'Toole'u da unutmadan anmış olayım. Süperdi.

7. The Queen
Bu film sadece Helen Mirren değildi. Film hakkında bol bol yazdım orada burada. Burda tekrar etmek istemiyorum. Geçen senenin en iyi senaryolarından biriydi bence. Ve Frears'ın eleştirilen 'belgeselvari TV'ye yakışan' anlatımı da hem senaryoyu hem de oyuncuları daha da güçlendiriyordu. Sonuna kadar leziz bir işti.

6. Atonement
Joe Wright kıskanılacak bir adam. Evet Atonement belki belli noktalarda gösteriş açısından abartıya kaçıyor olabilir ama bu film bundan yıllar sonrasına da kalabilecek 2000'lerin en başarılı filmlerinden biri olarak anılacak. En kısa zamanda tekrar seyretmek istiyorum. Yeri biraz düşük gelebilir ama buranın üstündeki filmler kişisel boyutta beni biraz daha etkiledi.

5. Yumurta
Bu yıl Türk sinemasında adam gibi iş çıkaran tek kişi, Semih Kaplanoğlu. Kişisel sinema yapıyordu eyvallah. Belki çoğunluğa uygun bir iş de değildi. Ama zamanlamayı kullanışı, oluşturduğu mizansenler, kadrajlar, oyuncularla çalışma ve onlardan performans çıkarma biçimi... Ufak çapta bir başyapıt izlediğimizi düşünüyorum. Türk sineması bir de Saadet Işıl Aksoy'u kazandı. Şu an deli gibi beklediğim iki şey var... Biri bunun DVD'si, diğeri de Süt.

4. Little Children
Bu filmi gerektiğinden fazla abartıyor muyum diye düşünmüyor değilim. Ama Todd Field sanırım benim yumuşak taraflarımdan birisi olacak hep. Adamın sinema diline bayılıyorum. "In the Bedroom"da da bitirmişti beni, burada da. Adam işin her bir öğesini o kadar iyi hesaplıyor gibi gözüküyor ki. Kurgusu, müziği, kadraj ayarları hep planlı hep sistematik ve bir araya gelince de deli gibi etkili. Birinci sınıf bir işti.



3. The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford
Bu isme zaten daha aşağısı yakışmazdı. Son yılların en karizmatik isimli filmi. Ama sırf o kadar değil. Yönetmen Andrew Dominik anladığım kadarıyla gerek çekimlerde gerekse kurgu masasında baya zorlanmış yapımcılar tarafından. Sonunda ortaya çıkan iş onun tam olarak içine sindi mi bilmiyorum ama enfes birşey çıkmış. Film ilk başladığında olmamış bir Terrence Mallick kopyası izleyecez sanmıştım. Evet anlatımda ortak noktalar çok var ama bu film onun dışında da yaşayan bir film. Brad Pitt, Babel sonrasında (o filmi de beğenmedim gerçi ama) yine blockbuster saçmalıkları dışında birşeyde gözükerek takdir kazandı. Hala fiziksel açıdan yanlış seçim olduğunu düşünüyorum ama çok iyi oynuyordu. Kadro genel anlamda çok iyiydi zaten. Casey Affleck'se aşağıdaki yazımda da gördüğünüz gibi inanılmazdı. Roger Deakins ve Nick Cave'e de özel bir selam çakmak lazım.

2. Pan's Labyrinth
Bu film giderek içinizde büyüyen filmlerden birisi. Her izleyişimde daha çok seviyorum. Ofelia'nın acılı dünyası, ve bu dünyadan kaçma yolları çok klasik bir anlatıma sahip olsa da hiçbir şekilde rahatsız etmiyordu. Guillermo Del Toro'nun diğer filmlerine de bir göz atmak lazım.


1. Letters from Iwo Jima
Beni tanıyanlar nasıl bir Clint Eastwood hastası olduğumu bilirler. Ama sonuçta adamın kaşını gözünü sevmiyoruz. Yaptığı sinema, 90'lar sonrasında nadir rastladığımız ve benim çok sevdiğim klasik Amerikan sinemasını yaşatıyor. Ford ya da Huston tadında birisinden bahsediyoruz benim için... Ve şunu da belirteyim, 'Amerikan yönetmen Japonların tarafından anlatmış' muhabbeti beni enterese etmiyor. Aynı şeyi Amerika'lılar tarafında da yapsa yine tav olurdum. (Flags of our Fathers, bu anlamda o kadar başarılı değildi) Modern çağımızın klasiklerinden birisi bu film.


3 comments:

Anonymous said...

Hey! Is that you, Ali?

Karsten

cambelboy said...

No, I'm not Ali... Are you from Awardsdaily? :)

Anonymous said...

23 bence iyi kurgulanmış oldukça kaliteli bir film.